Sunday, February 19, 2012

benden iyi; kabul ediyorum

sözü bugün biricik oğluma veriyorum. evet, kabul ediyorum ki kendisi kreativite konusunda benden bir kac boy büyük. saygiyla selamliyorum kendisini.

önce kendisinin resimleyip annesine yazdırdığı hikayelerinden birini paylaşacağım insanlıkla. tüm kurgu, kelimeler, mantık(!) sırası kendisine aittir.

efe ve defne bir gün kendi maseratilerine bindiler. amaçları yüksek bir dağın öbür tarafındaki statda futbol izlemekti. hemen yola koyuldular:



ilk başta efe, arkasında defne, onların arkasında minik bir araba, onun da arkasında bir jib, onun da arkasında bir düğün arabası:



stat seyirci dolmuştu. defne ve efe stadın en önlerinde oturanlarından biriydi. basel ve fenerbahçenin maçıydı. fenerbahçede 1 numara volkan, alex, gökhan gönül, semih, baroni, emre, caner, stoch, yobo, burak kesimal (yazar burada bir zihin atlaması yaşıyor)



maçın sonucu 20ye 11 bitti. basel 20 gol, fenerbahçe 11 gol. 19 ve 10 gol oldugunda defne fikrini değiştirdi ve baselli oldu. fenerbahçe 1 gol daha attı ve 11 oldu. baselliler de 1 gol attı ve onlar da 20 oldu.
(her iki takımda golleri atanlaran bazıları)

1 şakiri.............1 baroni
2 streller...........2 alex
3 şakiri.............3 b.kesimal
4 alex (frei)........4 emre
.....................5 gökhan gönül




ve deee kendisinin ilk klip çalışmalarından birini faydalanmaniz icin asagiya koyuyorum.
ki şarkı da kendi bestesi kompile, ekolü dogma, kareografi de özgün ve beklenmedik,........ savulun bienaller...

Tuesday, February 14, 2012

mesut kabadayi

rahmetli babam 1931 yilinin 6 nisan’inda dogmus. o kadar eskilerden dogum gününün bu kadar net biliniyor ve kaydedilmis olmasi ve benden de tam bir hafta önce olmasi sebebiyle cok sevmisimdir o günü; hep de sevecegim. halam 1, kendisi 4 yasindayken annesini kaybetmis. göbek adimin –ki 6 kisilik cekirdek ve 15 kisilik genisletilmis ailemde bir tek benim resmî olarak nüfus cüzdaninda göbek adim vardir - kaynagi dedem bir süre sonra tekrar evlenmis ve 20 seneye yakin bir süre daha yasamis. üvey babaannem, üvey halam ve üvey kuzenlerimle hic tanismadim. ortaokul ve liseyi yatili olarak okumasini da belki bu evlilige borclu babam, kütahya meslek lisesinde/sanat okulunda. okuldan demir ustasi olarak mezun olmus (maltepe ve bostanci'daki evimizden 2 obje hatirliyorum O’nun yaptigi. biri tavsandi da öbürü neydi? ve de simdi neredeler acaba? hic bir seyi atmayan annem koymustur bir yere mutlaka; bir dahaki gidiste bulmaya calisayim istanbul’da). 2 sene kadar önce, bir arkadasina saka yapmak icin yatagin tahtalarini cikartip, dösegi geri serdigini ama bir süre sonra unutup ayni yataga kendi yatarak yere düstügünü anlattiginda benim gözlerimden yas gelmis, oglumun gözünde de "dedem komik adammis haaaa" mertebesine yükselmisti –o zaman daha iyiydi; konustugu anlasiliyor, yemek yiyebiliyor, hayattan biraz olsun keyif alabiliyordu-. cok az hikaye anlatmisti bana. belki kendisi de az dinledigi icindir, bilinmez. ayni sekilde cok az, hatta hic oyun oynamadim kendisiyle. 4. cocuk olmam, sokaklarda kendi kendime yetiyor olmam, benim cocuklugumun babamin 40li yaslarinin yorgunluguna denk gelmis olmasi, kendi cocuklugunun, gencliginin biraktigi izler sebep olmustur herhalde buna. ama emekli olurken „sen ilkokula basliyorsun. ben de artik calismiycam. senin icin birakiyorum calismayi“ dediginde cok sevinmistim. tabii ki calismadan duramadi; emlakcilik yapti, celik tencere satti, bi insaat firmasinda idari islere bakti; hatta bi ara su temizleme cihazi bile pazarladi sonraki yillarda. 25 yil asttsubaylikdan sonra, gencecik yasinda emekli olunca ne yapabilirdi ki 4 tane okuma çağındaki çocukla? annemin örgüden kazandigi, genc yasinda çalısmaya başlayan  küçük ablamın da katkısıyla iyi bir şekilde büyüttüler beni. bazen O da gecerdi örgü makinasinin basina. altina taktigi demir agirliklarin yardimiyla uzayan kazak, atki, mont parcalarini bir saga, bir sola hareketleriyle büyülü bir sekilde örmesini uzun uzuun seyrederdim ben de kücücükken. liseyi bitirdikten sonra, 40li yillarin sonu, 50lilerin basinda, amerika’yla yakinlasma döneminin meyvelerinden biri olan "astsubaylik" sinifinin ihtiyacinin karsilanmasi icin acilan kurslara katilmis istanbul’da. sanirim en güzel günlerinin büyük bir kismini da orada gecirmis, pesinden aglayan 60 yillik arkadaslarini orada kazanmis. delikanliligin da verdigi gazla kore’ye gönüllü yazdirmis adini ama –iyi ki- adi cikmamis kurada. kore isi olmayinca baska bir maceraya atilmis; tasbebek annemle evlenmis, O’nu istanbul’a gelin getirmis. istanbul, tekirdag, iskenderun, erzurum rotasinda önce 3 yil arayla ablamlar, 6 yil sonra da abim dogmus. abimden 7 yil sonra dogmami tamamen bir planlama hatasina bagliyorum ki, bundan pek de hosnutsuz oldugum söylenemez :) 90larda; özellikle lisenin son yillarindan itibaren iletisimimiz ve paylasimimiz gün gectikce yavas yavas azalmaya baslamisti. ben evlenene kadar ayni evde yasamistik ama artik birlikte tatillere cikmiyor, memlekete gitmiyorduk. benim alkol yasim geldiginde O coktan icmeyi birakmis oldugu icin karsilikli 2 kadeh icmisligimiz de olamadi maalesef. ama aksam yemeklerimiz, ekstra bir plan olmazsa mutlaka birlikte yeniyordu. ablamlar ya da abim okuldan/isten gec gelse dahi bekleyip, hep birlikte oturuyorduk masaya. ben üniversitedeyken de gecerliydi bu kural. cok da güzel bir kuraldi. isim sebebiyle – ne yaptigimi da tam anlamamisti aslinda: bilgisayar ile ilgiliydi, insanlara yeni sistemler kuruyor, yeni sistemi nasil kullanmalari gerektigini anlatiyordum, tamam, ama nasil oluyordu da bu is bu kadar uzun, yillarca sürüyordu ve nasil oluyordu da bu kadar cok para harcaniyordu bu is icin (ücretlerin yaninda her hafta bir yerlere ucmak, orada otellerde kalmak vs. de ordonat astsubay emeklisi babam icin anlasilmazdi.)- seyahatlere de baslayinca iliskimiz hal hatir sorma, statü güncelleme, cok önemli kararlar, gelismeler arifesinde fikir teatisinde, tavsiyelerde bulunma seviyesine gelmisti. karimi; allah’in emri, peygamber’in kavliyle abime istemesini de bu seyreklesen görüsme rejimimize bagliyorum :) evlendikten sonra da is gezilerim ve yurtdisina yerlesmem sebebiyle cok daha az görüsür olmustuk. türkiye’ye dönmeden 1 yil kadar önce by-pass gecirdiginde yaninda olabilmistim. nekahat dönemini basariyla atlatmis ve o zaman icin sagligina tekrar kavusmustu. zaten daha 70li yaslarinda ve cok gencti. o esnada aldigi narkozun, sonrasinda basina gelecek hastaliklarin sebebi olma ihtimalini bilseydi, yine de yatar miydi o bicagin altina, bilemiyorum. ama yatardi sanirim. cünkü cok sakin ve tevekkülü yüksek bir insandi. son 6 yilda yasadiklari karsisinda bile neredeyse hic bir gün isyan etmedi, hic kimseye, hic birseye lanet okumadi. güle oynaya yolladigimiz ömre (umre) gezisinden, cok zayif ve tekerlekli sandalye üzerinde dönmüstü. biraz daha gec kalinsa basta böbrekler, hayati organlarini ve kendisini kaybetmemizin direginden döndügümüzü gecen günlerde hep beraber ögrenecektik. 2 ay boyunca gün be gün hareket kabiliyetini kaybetti. hastanede kendisine refakat ederken o uykuya daldiginda, muhtesem haydarpasa manzarasina dalip, dogacak oglumu da düsünüp hüngür hüngür agladigimi cok net hatirliyorum. babam ve oğlum’u hala seyredememis olmam, o günlerde hissettiklerim, düsündüklerim yüzündendir. eve ciktiktan sonra da durumunda bir iyilesme olmamis, neredeyse 0 hareket ile günü bitirir olmustu. taa ki 31 aralik günü kendisini muayene eden doktorun “su ilaci verin. 2 saat sonra parmaklarini hizli bir sekilde acip kapatirsa sorun yok, teshisimizi koyariz ve tam tedaviyi belirleriz“ demesi ile baslayan, benim „yok artik. 2 aydir gidim iyilesmeyen adami, tek bir hap mi iyilestirip tersine döndürecek allah askina?“ inancsizligima ragmen ilaci alip kendisine vermemizle devam eden ve gercekten 2 saat sonunda babamin parmaklarini pitir^2 acip kapamasiyla son bulan ögleden sonraya kadar! o yilbasi hayatimin en mutlu yilbasisiydi. 5 gün sonra dogacak ogluma babamin adini göbek adi olarak verme konusunda –nüfus cüzdaninda yazmamak kaydizla- karimla aldigim karar da bu mutlulugu arttirmisti.
doktorun o gün ve sonrasinda söyledigi her sey –maalesef- dogru cikti; önceleri cok iyiydi babam; ufak yardimlarla yürüyebiliyor, kendi basina yemek yiyor, sohbetlere katiliyor, disariya cikip torunlariyla parka bile gidiyordu. zaman gectikce kaslarinin kontrolünü, hareket kabiliyetini kaybetmeye, icine kapanmaya basladi. ayni gün hem oglumu, hem kendimi, hem babami doyurmak, hem oglumun, hem kendimin, hem babamin temizligini yapmak, hayata, hayatin anlamsizligina dair cok güzel bir ders olmustu bana. en son 1,5 sene önce yemek de yiyemez hale gelince, isin tadi iyice kacmisti acikcasi.... annemin insanüstü cabasi olmasa, babami cook önceden kaybetmistik gerci ya, O'nun meşhur inadı sayesinde öksüz kalisim 40 yasina ötelenmis oldu, 31 ocak 2012'ye.... mesut abi'miz eminim cennete gitti çünkü o gidemezse, kimse gidenez!

 20 sene önce, mutfakta o salata hazirlar ben de bir seyler yikarken gayr-i ihtiyari! yellendigimde, hic kafasini kaldirmadan „ne oldu? kurbagaya mi bastin?“ diye sorarak beni soktugu kahkaha kriziyle hatirliycam hep O'nu.
güleryüzlü, güzel yüzlü bir baba olarak :) ...