Friday, September 30, 2011

topagaci - director's extended cut


ilk baharin kendini hissettirdigi bir pazar aksam uzeri efe'yle parka top oynamaya gittik, burda basel'de.

"baba topu diksene yine, agacin ustune carpsin ordan seyler dokulsun" dedi.diktim, pitir pitir yapraklar filan dustu, cok sevindi. "bi daa" dedi.bi daa diktim; yapraklar dustu. ama top dusmedi. leylek yuvasini andiran canak gibi bir dal huzmesinin ortasinda kala kaldi.muhendis bir baba ve asiri gaza gelmis ogul olarak yakindaki markete gittik (evet isvicre'de pazar gunleri acik marketler var). amacimiz yeni bir topla tekrar dikip, orada kalan topumuzu almakti. ama top yoktu. neyse, sebnem'i aradim bi istegin varsa alip geleyim, top deve oldu diye. "aaa ben apartmanin girisinde bi top gordum, onla dene, belki indirirsin" dedi. karim bu konularda benden daha hirsli, kabul etmek lazim. efe'ye sormam anlamsiz otesiydi cunku o dunden raziydi.

neyse gittik komsumuzun uzerinde "serbia" yazan ve sirp bayraklariyla donanmis, mesin sayilabilecek topunu aldik. "e bu daha agirca, oburune carpip indirmesi daha kolay olur" diye dusunerek ciktik yola, daha dogrusu ben boyle dusundum. daha ilk vurusta/dikiste top ilerdeki apartmanin bahcesine girdi. "hadi bakalim vardir bunda da bir hayir" diyerek caddenin obur tarafindan vs dolasip bahceye girdik. bir yerden sonra "pet cemetery" tadinda bir gorunum arzeden bahceden topumuzu ve orada hayatlarini tamamlamaya calisan diger 2 topu daha kurtararak tekrar parka donduk. ben bayagi bir sayida diktim topu ancak bir iki yaklasma, bir iki de alttaki daldan sekme disinda tabii ki basarili olamadim. en son efe'yle 15 kere daha deneyip donme konusunda anlastim. ki yandaki evin camlarini kirma korkum da had safhadaydi. neyse 10.daydi sanirim, o top da ilerideki dalda kaldi. bu duruma arkada pinpon oynayan cinli cift cok guldu. ben donup bakmadim bile. efe'nin surati ise harika bir hal aldi. bir yanda topu havalara diken bir baba ama ote yandan toplari geri vermeyen büyülü bir agac...

tabii ki "durmak yok yola devam" diyerek, bahceden cikardigimiz topla, bu sefer komsunun topunu dusurmek icin seferber olduk. o da biraz inik oldugu icin dallara takilmadan dusuyordu yere her seferinde. taa ki ona atfettigimiz countdown'in sondan 3. denemesine kadar; sonunda o da kendine uygun bir dal buldu ve assagi dusmedi.

neyse 3 topu da dogaya geri kazandirmanin uzuntusuyle eve donduk. ben, en kötü "aksam hava sogur, komsunun topu kuculur, dallardan kurtulup duser" diye kendimi avutup efe'ye bunu acikliyordum. eve geldikten sonra efe gelismeleri anneye anlatirken ben de arabaya gozlugumu almaya gittim, bir yandan da komsuya yazacagim mektubu tasarliyorum kafada.

arabadan geri gelirken asagida efe ve sebnem beni bekliyorlardi. sebo'nun elinde de bir torba portakal. "acaba" mi demeye kalmadan, polyanna ve fatsa'li esimin toplari portakal atislariyla dusurmeyi planladigini anladim gulusunden (yere en yakin olan top yaklasik 6m filan yukarida bu arada)."neyse hadi gidelim" dedim. gittik.

parka varinca sebo da ikna oldu portakal ile dusmeyecegine ve portakallara yazik olacagina. neden sonra efe'nin ayakkabisi ve benim gozluk kabimi onerse de bunlari ustaca savusturdum. ama benim de beynimde bi isik yanmisti... hemen cope attigimiz su sisemizi geri aldim, kum ile doldurduk ve ben curling tarzi atislarla (tabii ki dikey) topu vurmayi denedim. bi iki cok yaklastim, bi kere tam kafama yiyordum siseyi derken, ta ta taaaaaa. komsunun topunu vurdum. sebo ve efe ile yaptigimiz sevinc yumagi, attigimiz cigliklar cevre apartmanlardan pek anlasilmasa da bizim icin cok sey ifade ediyordu.

donuste; efe'nin cocuklarina -dedeleri ve babaanneleri hakkinda- anlatacak cok guzel bir hikayesi vardi artik.

yazarin notu: bu hikayenin ilk yayinindan hemen sonra belgrad'a gitti baba. orada projesi icin calisirken, 1-2 hafta sonra anneden gelen haber internet gazetelerinin "flash" anonsunu hak eden bir icerikteydi: yapraklanan agac, toplarini da geri vermisti. öyle parkin bi kenarinda yatarken bulmustu sebo topu. hey yüce rabbim dediler kendi kendilerine. ne güzel olmustu bu is böyle. basladiklari noktaya gelmislerdi, hatta bir top toprakta cürümekten kurtulup gökyüzüne acilmisti günün kazanani olarak; ama olsun, evrene saldiklari pozitif enerji yeterdi....
http://www.youtube.com/watch?v=F4SJv61i6Bo

Friday, September 9, 2011

eskiden bi maarif koleji vardi, harbi ne oldu ona?

ılık bir agustos aksami.


ılık derken bizim orasi icin. burasi icin bayagi sicak bir cuma aslinda.


tek katli binaya, kücük bir jungle’i andirir yesilliklerin arasindan gecerek ulasiliyor. toprak yumusak ve nemli, zaten o kadar düzenli yagmur aliyor ki, tas diksen meyve verecek. ilk elmalar cikmis bile. hava gündüzki kadar aydinlik degil, gurup (bu kelimeyi kullanmayi seviyorum) baslamis coktan. ama zaten burada günesi ufka yakin görmek cok zor; her yer daglik, tepelik. ya birden doguyor, ya da “pat” diye bi anda gidiyor.

3 tarafi koca pencerelerle cevrili ana salonun isiklari yanmis, sari ampüllerin cig isigi her yerde. iceride 10-15 yetiskin oturmus, birazdan baslayacak tanima-tanisma seansini bekliyorlar.

önce erkek olan basliyor kendini tanitmaya. uzun boylu, ellili yaslarinda gösteriyor. ki zaten "52 yasindayim. 20 yildir bu isi yapiyorum" diyerek giriyor söze. saclari beyazlamis. ama dökülmedikleri gibi uzatilacak, hatta arkadan toplanacak kadar da kuvvetliler. kulagindaki küpe; kemikli yüzü ve saclari ile uyumu tamamlamis.
"iki oglum var" diye devam ediyor, bahceden toplanmis olduklari belli olan elmalarin durdugu masaya yaslanarak. "biri 19 yasinda. okuyor ve ayrildigim esimle birlikte yasiyor. digeri 22 yasinda ve hayatindaki bazi yanlis kararlar sebebiyle su an benimle yasiyor. bakalim kisa vadede bir cözüm gelistirmesini bekliyoruz" diyerek bagliyor sozlerini. isine hakimiyeti, isine sevgisi her halinden anlasiliyor.

sonra katilimcilar basliyorlar kendilerini tanitmaya. 5-6 farkli ülkeden kadinli erkekli grup bazen cok bozuk, bazen hoch ötesi, bazen de agir schwyz aksanlariyla gecistiriyorlar bu seansi. bazilarinin 2. gelisi, tecrübeliler bu konuda.

daha sonra kadina geciyor söz. yeni olmanin verdigi bir gerginlikten olsa gerek ya da sirf öyle tercih ettigi icin oturarak anlatiyor kendini. yasindan bahsetmiyor. ama 35-40 arasi oldugu anlasiliyor yüzünden. son 11 yildir buralarda degilmis. italya'da calismis o sürede. yeni dönmüs. döndügü icin cok mutluymus ve de cok heyecanliymis. evli degilmis. 1,5 yasinda bir cocugu varmis. erkek arkadasiyla birlikte yasiyormus.

en son, ikisi birden önümüzdeki yilin nasil gececegine, nelere dikkat edip, nasil aksiyonlar alinmasi gerektigine deginiyorlar bir sure. toplantinin finalinde hazirlanmis mutevazi bir atistirma masasinin etrafinda toplanip sohbete basliyorlar. teker teker veda edip ayrilana kadar.

ilk biz ayriliyoruz mekandan. ama aklim uzun sacli, küpeli adamla, evlenmeden cocuk sahibi olmus ve erkek arkadasiyla birlikte yasayan kadinda kaliyor...
bizim orada bu tercihleri, bu acikliklari, bu özgüvenleriyle nerelerde yasayabilirlerdi, nasil bir is yaparlardi, nasil bir hayat sürerlerdi acaba diye düsünüyorum. önyargili olmayayim, pesin hükümlü yaklasmayayim diyorum ama 39 senenin de yasanmisligi var ortada. yeri geldiginde ne kadar hoyrat olabildigini biliyorum bizim oralarin; 10-20 nesil de gecse degisecegini zannetmiyorum insan yipratma konusunda.



















burada ise mahallemizin anaokulu onlara emanet. ve dana’miz hergün kosturarak gidiyor o okula. bi bizi ciddiye aliyor kendisi bir de herr schönmann’i. ki onunla tanistigindan beri “baba erkeklerin saci uzun olur mu? erkekler küpe takar mi?” diye sormuyor artik. cocuk sahibi olmak icin evlenmenin de gerekmedigini 1-2 seneye anlar herhalde. peki bu “iyi” mi “kötü” mü? benim icin iyi. kendi adima mutluyum böyle bir okulda okudugu, böyle ögretmenleri oldugu icin. ben de okumak isterdim sanirim.
aslinda düsününce; benim okullarim da kötü degildi o kadar. ama arkadaslarim olmasa da hic cekilmezlerdi allah icin. gerci bu sekil bi okul daha eglenceli olurdu sanirim ayni kadrolarla. ya da olmaz miydi ki acaba?


amaaaannn neyse ne artik.



kapanis icin "egitim sart" ise, bu konuda tek sarki bilirim ama bu yorumunu paylasirim: http://www.youtube.com/watch?v=UrdbP-EcP6g&feature=related