Thursday, November 21, 2013

Jesus Christ Superstar

fena bir hava yok hani basel icin kasim ayi itibariyle.
urcun'dan aldigimiz matkap ile eve dönüyoruz baba ogul.
"sence ne zaman buldular bu matkabi baba?" diye soruyor.
"valla bilemiyorum ki? ama civi ve vidayi bulduktan sonra olsa gerek" diyorum. "cünkü daha cok civiyi, vidayi daha hizli takmak icin düsünmüs olsa gerekler" diye de ekliyorum.
bi an susuyor (burasi cok tehlikeli iste) ve "yezus'u (jesus) tahtaya caktiklari gibi mi?" diyerek konuyu aciyor. gecen sene noel'den beri belli periyotlarla bu konunun etrafinda dans ediyoruz. bakalim bu sefer nereye varacagiz?

F: hmmm, iyi düsündün ama valla bilemiyorum ama sanirim o zamanlar matkap yoktu.
E: hem ben bay bilmemkime sordum?
F: kime sordun?
E: iste öglen yemekleri icin gittigim kilise var ya oradaki adama sordum [ebeveyn olarak tutarsizlik noktamiz: efe okulundaki din derslerine girmiyor (ki burada ilkokul 1den itibaren din dersleri var. "aman da bütün dinlerden bahsediyoruz, aman da evrensel degerler, oglunuz icin cok yararli olacaktir vs, bizce girsin derse....." demelerine ragmen vermedik o derslere. efe de sevindi, sinifta resim yapiyor kendi basina.) ama haftada iki gün okulun karsisindaki kilisede öglen yemegi yiyor, oyun oynuyor]
F: ne sordun?
E: dedim, yezus tahtaya cakilmayi kendi mi istedi acaba diye sordum.
F: ne cevap verdi peki adam?
E: evet kendi istemis.
F: peki neden istemismis?
E: cünkü yezus öldükten sonra tekrar canlanacagini biliyormus. hem ölünce gökyüzüne,  babasinin yanina yükselecekmis. ve de babasi da allahmis zaten. öyle dedi.
F: hmmm. bana pek gercekci gelmedi bunlar.
E: bana da.
F: neleri gercekci bulmadin bakalim bu hikayede?
E: öncelikle öldükten sonra geri gelmesi imkansiz. sonra ölünce gökyüzüne cikacakmis, nasil cikacak? ve son olarak babasinin allah olmasi. olmaz ki onun da babasinin bizim gibi insan olmasi lazim.
F: ben de dediklerine katiliyorum ama iste hiristiyan inaninisda yezusun babasinin allah olduguna inaniyorlar bi sekilde.
E: yok öyle degil aslinda, hepsi öyle demiyor.
F: nasil?
E: ögretmenim (okuldaki sinif ögretmeni) söylemisti bi kere. yezusun babasi yozef'mis.
F: hadi ya, emin misin, öyle mi dedi?
E: eveettttt!

bu yusuf isine biraz takilsam da fazla uzatmiyorum. ama gecen sene parma'yi gezerken bir kilisede gördügümüz asagidaki mizansende vurguladigim elemani isaret edip "iste bu da isa'nin babasi" demisti, simdi hatirladim. demek ki hiristiyan aleminde de resmî söylemin disina cikan zindiklar yok degil...


Isa'nin babasini acikliyoruz....


danamin kücücük kafasinda kurdugu hayaller -bizden, okuldan, kiliseden, arkadaslarindan duyduklariyla beraber- eminim cok güzel, tertemiz bir din ve dünya isleri yapisi yaratmistir kendisine.

yerim onun dinini ve dünyasini.

son dakika:
yaziyi yazdiktan sonraki gün, kendisiyle herbstmesse kapanisina carpisan araba sürmeye gittik. kendisinin usta söförlügünü kayit altina almak icin basladigim cekim, cok acayip bir diyalogla basladi. buyrun burdan............


Saturday, November 9, 2013

italya seytan ücgeni

efendim asagida okuyacaklariniz 2013 yilinin mayis aylarinda yasanmistir. gezi olaylar, is gezileri derken unutmusuz post etmeyi.
gec olsun da güc olmasin diyerek kaldigimiz yerden devam edelim.
 
 
background: is gezilerinin yorgunlugu, basel civarinin yagmurlu havasi bizi bu auffahrt'da evde kalma fikrine alistirmis gibiydi. gibiydi diyorum cünkü cok gecmeden "ulan?" diye killanmaya basladik ailecek. ancak hava durumlarinda bir degisme olmadigi gibi daha da kötülesince, ucaklar full cekip trenler ucak fiyatina kosunca önümüzde pek fazla da bir secenek kalmamisti; araba ile erisilebilen, yagmur yagsa da sicak olabilen, olagan süpheli italya. italya'nin da hala daha kismet olamamis emiglia romagna bölgesi.

1.gün:
tatil olmasina ragmen sabahin 7sinde kalkiyoruz kralicemizin over-doz motivasyonu sayesinde. iyi de oluyor aslinda, cünkü ne kadar erken gitsek o kadar iyi. 8de yoldayiz.

st.gotthard'a kadar sorunsuz gidiyoruz. ancak tatilci akisinin bir önceki gece bitmis olduguna dair yaptigimiz tahmin ve iyi niyetli yaklasim maalesef elimizde patliyor. cok uzun olmasa da (1 saatlik) bir bekleyis ilk darbeyi indiriyor önümüzdeki rotanin selametle tamamlanmasi icin.
b.k var gibi italyan sinirinda arabanin icine bakan sinir görevlileri de bi yarim saat takiyorlar.

haydi hooop italya'ya girdik simdi akariz ortamlara diye beklerken, caaat bi de yolda kaza olmus olmasin mi? yarim saat de oradan...

biz de tüm rotayi degistiriyor ve ilk durak olarak parma'yi belirliyoruz.

bu tatilin iki büyük aktörü olan internet ve vaginasyon en büyük yardimcimiz. sebo'nun tripadvisor'dan belirledigi restoranin adresini giriyoruz vaginasyona, o da elimizle koymus gibi sokuyor bizi parma'nin ara sokaklarina. hedefe 200m kala anliyoruz ki oraya araba ile girilmiyormus. olsun, kenarda mavi icine beyaz cizgili park yeri goruyoruz bombos. ohhhh hemen park ediyoruz (ama bu ceza yemeyecegimiz anlamina gelmiyor tabii ki; megersem orada residentler icinmis o park alanlari). inip kisa bir yol teyidi aldiktan sonra elimizle koymus gibi buluyoruz ristorante la forchetta'yi.

ne yiycez? ne icicez? sorularindan parmigiano ve prosciutto kismi cok net! büyük ailemizin ilk ve tek sommelier'si sn.damla hanim'dan da "kirmizi şarap: lambrusco (hafif frizzante oluyor)" tavsiyesini almisiz, kim tutar bizi? sonuc:
eccelente!
 
burada lambrusco icin bir parantez acmak lazim. garson hanim kizimiz kucuk siseyi acip bardaklarimiza koyana kadar hala ayamamistim olayin ilgincligine. ancak koyu kirmizi sarabin üstünde biriken pembe köpük "ahan da sov basliyor!" dedirtti ki gercekten hafif gazli, hafif tatli olusu, bir de serinligi tüm tatilin en cok iz birakan objesi yapti kendisini bizim icin. cok yasa lambrusco!

yemekten sonra acayip bir agirlik cöktü üstümüze. ama öyle böyle diil. en yakin yesil alana attik kendimizi ve cimenlere uzanmamla, dalip gitmem bir oluyor. yaklasik 20 dakikalik bir kestirme, popüler deyimle "power nap" basta beni ve tüm aileyi 10 kaplan gücüne yükseltiyor. her sey iyi güzel ancak efe'nin beynini kemiren cok büyük bir sorunumuz var: nerede kalacagiz o gece? yaklasik 10 dakikada bir bu soruyu soruyor. cünkü uzun süredir ilk defa otel ayarlamadan yola ciktik ve günes de ufukta alcalmaya basladi...hen hen hen, stres artiyor! sanirim parkda yatmaya devam edecegiz zannediyordu o anlarda.
dondurmasiz bir italya olar mi? sanat icimde var benim
parma sehir gezimizden kücük bir bukle
tekrar sehre inip ana caddenin karsi tarafina geciyoruz, gozlerimiz bir yandan da otel ariyor ama yok. efe'de stres arttikca artiyor, elle tutulur, gözle görülür hala geliyor. ooo bebeeme benim.

en sonunda kösedeki bir kafeye sorup, 4 kapi ötede bir b&b oldugunu ögreniyor ve umutsuz bir sekilde kapiyi caliyoruz. ortamin odalari dolu ama cambridge'de doktora yapan yegenlerinin iki kislilik odasini bize veriyorlar.

aksam yemegi daha sakin geciyor. ben lokal biraya veriyorum kendimi, sebo "lambrusco iyidir" diyor. efe linguinesini beklerken ve yedikten sonra fransa kupasindaki kiytirik bir maca takilip anneyle bizi basbasa birakiyor.

2.gün:

kaldigimiz apartimanin arkasinda cok güzel gizli bir bahcesi var. kahvalti tepsimizi alip 3 masadan birine oturuyoruz; sandalyeler agir, demirden. masa daha agir. efe yesili ve bosta duran toplari görünce futbola bagliyor yine. neyse ortamda bi iki köpek boku var da onu sogutuyor delicesine ronaldolasmaktan. kahvaltıya gelince; kücük italyan otel kahvaltisi. tek tuzlu sey ekmek! recel, kek, kurabiye, bal,.......allah rizasi icin bi de peynir koyun be yav. neyse efenim sallana^2 kahvaltimizi bitirip, oyalanip, sonraki duraklarimizi belirliyoruz.

kraliyet ailesine yakisir bir ortam degilse ne?

ilki modena'nin girisinde bizi bekliyor; strada facendo....antin-kuntin'likle sicak bir yerellik arasinda giden bir yer. girisin sag tarafinda 5 masa, sol tarafinda 2 ya da 3, havadan dolayi bos bahcede de 4 masa var. iceridekiler 'business lunch' havasi veriyorlar ki biz kiyafetlerimiz ve gürültümüzle bu havayi bir nebze olsun kiriyoruz. garson kizlar cok tatli ve icten davraniyorlar. tabii ki lambrusco söylüyoruz, ama büyük sise bu sefer. yemek siparisini asci aliyor direkt olarak, cok hos bir hareket. baslangic ve ana yemeklerimiz, sefin ikrami ve kuccucuk ekmekler cok leziz. hesap italya icin pahalica, isvicre icin makul, insanlik icin ise kücük bir adim. cikmadan, garson kizlarin tavsiye ettigi balsamik üreticisini ariyor ve 5 icin randevu aliyoruz.


böcekli spagettim
mantarli ve 7 yillik parmesanli kralice gnokkisi
beklenen tortelinni ve "bu kadarcik mi?" bakisi



nasilsa kuccuk bir yerdir diye vakit gecirmek icin indigimiz modena, bizi bir anda sarip sarmaliyor. merkez kilisesi mesela; 1099 yilinda yapilmis. ne kadar eski oldugunu anlatmak icin "isvicre kurulmadan önce yapilmis" diyorum efe'ye; ilgisi artiyor. fazla gezemeden bir kahve molasi veriyoruz. kralice artik espresso icmeye basliyor; gercek kahve dünyasina hosgeldin diyoruz kendisine. giriyoruz vaginasyona balasmikocunun adresini vuruyoruz kendimizi yollara. uzuuun bir girisi olan mutevazi bir ciftlik burasi, . sahibi bizi gezdirecek. "isvicre ya da almanya'da 7-8 euroya yarim litre balsamiko alabilirken burada 100ml'si 40 eur; nedir bunun sebebi" diye giriyoruz. o da hemen basliyor anlatmaya:

efenim bizim oralarda yidiklerimiz l’aceto balsamico di modena seklinde isimlere sahip ve icerisinde üzüm sirkesinin yaninda karamel, renklendirici, koruyucu vs. iceren ve bir sekilde bir proses adimi modena'da gecen ürünler imis. ancaaaak l’aceto balsamico tradizionale di modena yimek istersek, bunun icin her seyden önce üzümlerin belli bir bölgede üretilmis olmasi, ürünün icerisinde sadece ve sadece üzüm suyu olmasi, en az 12 (yaziyla oniki) yil batarya denen seri ficilarda, agizlari acik sadece bir bez ile kapali olarak beklemis olmasi ve yine dop (denominazione di origine protetta) ile isaretlenmis özel siselerde satiliyor olmasi gerekiyormus. bu siseler de giugiaro tarafindan tasarlanmismis, ki kendisinin ferrari icin yaptigi calismalar da var imis. hangi sirkenin satilabilir olacagina da bir komisyon karar veriyor, kriterlere uygunsa siselemeyi de o komisyon yapiyor, üretici sadece kendi etiketini bastirip satisa sunabiliyormus. nereden baksan roi'sini 12 yil olarak belirleyecegin bir yatirim. ohannes; kim öle, kim kala?


bataryalar arasinda saadet


sirkeci


daha fazla bilgiyi san doninno'nun sayfasindan da ögrenebilirsiniz. ama üretim yeri dedikleri, pesi sira dizilmis ficilardan cikan keskin kokulari duymak, ne kadar eski ise o kadar kiymetli ficilara dokunmak, 12 ve hatta 25 yillik balsamikonun tadina bakmak isterseniz o ayri.

buradan bologna'daki otelimize intikal ediyoruz (efe'yi daha fazla stres etmemek icin sabahtan yaptik rezervasyonu). kisa bir dinlenceden sonra trattoria tony'e geciyoruz direkt olarak. efe göbekten tagliatelle al ragu bolognese'e giriyor (efendim hepimizin spagetti ile bildigi bu sosa ragu deniyor bu civarlarda ve tagliatelle ile yeniyor; öyle turist gibi spagetti bolonez istemeyin bologna'da. bazi restoranlarda öyle yaziyor ama biz oralari da eledik "turist mekanlari" deyu. ayrica bologna disinda bir yerde de rastlayamadik kendisine; bölgesel ayrimcilik had safhada). sebo tortellini yiyor ama corba formatinda. ben de et, tavuk. domuz ve dil (dil?) seceneklerinden sadece ilk ikisini tercih ettigim karisik haslama istiyorum. alkole bir süreligine dur diyoruz. kapanistaki krem karamel ile de saraptan arta kalan kalori acigimizi kapatiyoruz. "daha erken hadi biraz da sehri gezelim" diyerekten basladigimiz yürüyüs, piazza maggiore'de "aa efe bak lamborghini park etmis meydanda. anaaa yüzlerce lamborghini var ya burda" ile sonlaniyor. efenim, 50.yil senliklerine denk gelmisiz. efe, kendini dari ambadinda sanan ac tavuka dönüyor. biraksak sabaha kadar tek tek resimleyecek hepsini. o la laaa.
lamborghini cenneti 1

lamborghini cenneti 2
 








3.gün:

sabah sebnem bir kac mandirayi arayip nasil gezebiliriz konusunda anlasmaya calisirken biz de uyandik. nihayetinde bir tanesi ile saat 3de bulusmak konusunda mutabakata vardilar. kahvaltidan sonra (ki bu otelde kompile kontinental kahvalti vardi ve de kendin sikman icin portakal bile mevcuttu. bol bol taze portakal suyu ictik tabii ki) bologna'yi bir de gunduz gozuynen gorelim dedik. dün geceki meydan isil isil, rengarenk ve yine araba dolu...
 

Sana Dün Bir Tepeden Baktım Aziz Bologna

anladigimiz kadariyla eskilerinden baslayarak tüm arbalar sirayla bir platformdan gecip akip gidiyorlardi. fazla takilamadik, biraz daha foto cektik, sehri gezmeye verdik kendimizi, aciktik. hizli servisi olabilecek bir yere oturttum zorla hepimizi. ama garson inatla masamizdaki kültablasini kaldirmadigi icin siparisi iptal edip kalktik. az ötede daha 



namerde muhtac olmadan cektigimiz bi foto daha
restoran, ortamina gectik. ilk defa kavun-jambon ikilisini denedim; fena degilmis. kafadan ismarladigimiz beyaz sarap da muhtesem cikti. eleman zaten lazanyayla paralel evrene gecti kayboldu ortaliktan. cikista roman-balkan havalari calan bir gruba takildik dondurmamizi yerkene (la van guardia). ilk defa da bir sokak sarkicisinin cdsini aldik yolda dinledik mandiraya giderken, güzeldi.



wine-power
mandirayi cok zor bulduk, hatta bir noktada vaginasyon bizi patikalara soktu, zor kurtardik ama sonunda bulduk. ama gezdirecek filan kimse yok. "ingilizce bilen kimse yok? eee ne demeye geldik o zaman?" derken arkalardan bir kiz geldi ingilizce konusabilen, megersem o konusmus telefonda. ama o da yanlis bilgi vermis, yeni baslamismis, öyle gezi filan olmuyormus bu saatte ama istersek bizi gezdirebilirlermis. hemen atliyoruz bu teklife. mandiranin sahibi ve bas peynir ustasinin italyanca alattiklarini kiz bize tercüme ederek tüm peynir yapim mekanlarini geziyoruz (sabahki, süt ile kuzu iskembesinin karistirilarak mayalanmasi sürecini göremiyoruz tabii ki) sonradan ögreniyoruz ki kiz da italyan degil, romenmis. italya'daki son büyük depremden sonra buraya gelmisler yoksa önceden araba satisi isinde calisiyormus. vay anam vayy. bizim türk oldugumuzu ögrenince peynir hikayelerinin yanina muhtesem süleyman da ekleniyor; cok hararetli bir sekilde takip ediyormus....
peynirin hikayesi de cok siki, fotograflarla biraz anlatmaya calisayim:
 
efendim peynirler 1 gün bezde bekledikten sonra bu celik muhafazaya aliniyorlar ve üretim günü damgasini yiyorlar
 
vakti gelen peynirler tuzlu suya atiliyorlar ve gunde 2-3 kez dönmeleri saglaniyor
 
tuzlu sudaki peynirler ve ben
 
tuzunu alanlar artik eskiyecekleri ortama istiflenip kralicenin pozunda yer alabilirler
 
burada da namerde muhtac degildik!
 
 
efendim ahan da bu damgasini almis, kenarlari cillop gibi, hakkiyla satilabilir min.24 aylik parmesan
 
bu arkadasimiz ise maalesef 2.kalite parmesan.
kenarindaki 1 parmak mesafeyle cizilmis cizgilardan anliyoruz bunu
 
"looser" da diyebilecegimiz bu gariban ise her hangi bir peynir olarak satilacak.
kendisinin hic bir kiymeti harbiyesi yok kenarindaki tirtikli cizgilar sebebiyle...

 

yavrular dogumundan hemen sonra anneden ayrilip bu kucuk ortamlara konuyormus.
bu gariban daha 5 gunluk.
aslinda cok huzunlu...
afferin oglum, hep böyle cildli ol e mi

yeri geldiginde halkla iyi iliskiler kurabilen bir kralice

otomatik inek sagma ortami. 5-10 dakka icinde hooop bitiyormus ineklerin isi.

mandira gezimiz bittiginde yakindaki bir köyün barina gidip ickilerimizi iciyoruz bedava pizza, cips, fistik ve pattiz kizartmalarimizi yiyerek. italyadaki bu icki yanina beles yiyecek isini cok seviyorum.

bologna'ya döndügümüzde yorgun ama bi o kadar da mutlyuyuz. alacakaranlikta tekrar geziyoruz sehri. güzel yer be. acikinca da ara sokaklarda gözümüze kestirdigimiz bir lokantaya giriyoruz; ara sokak derken meydana 20m imis mesafesi sonradan anliyoruz, giriyoruz derken de sebo yarim saat kuyrukta bekliyor biz efe'yle birbirimize, öbürünün bilmedigi hikayelerimizi anlatirken.


bologna merkez camiinin minareleri
midyeli makarna yemezsem doyamiyorum
bologna'da baska bir meydan. gece yarisi.
yüzlerce kisi yerlerde oturup, icip, sohbet ediyor.
allah'dan diyorum, artik bizde olmiycak böyle sahneler
 











4.gün

efe'ye dokunmadik. nöbetlese kahvaltiyi müteakip müzeye dogru yola ciktik. bi iki mirin kirin etti ama balsemik ve peynir ortamlarini o da begendigi icin ses cikarmadi köftehor. vaginasyonumuz yine sag salim ulastiriyor bizi hedefimize: museo de ferrari. efe'nin suratinda gelisen gülümsemeyi kaydettigimi düsünüyrodum ama becerememisim. neyse. arabayi park eder etmez hanim bir kizimiz yanimiza yaklasip hos geldiniz, bes gittinizlerle bizi karsiliyor, müze hakkinda bilgiler veriyor ve diyor ki ferrari kullanmak isterseniz yapariz bi güzellik. 4 kislik tek bir modelleri varmis (california) ama bakiyorum efe'de bi istek patlamasi yok, geciyoruz. müze 2 katli ve tahminimizden az araba var. özellikle de daha önce gezdigimiz porsche müzesiyle kiyaslayinca hele. bi de ferrari 458 italya modeli yokmus; offfffff bizde moraller 0. allahdan f1 kismi biraz güzel de orada gazimizi saldik.

burayi takiben modena'da öglen yemegi yiyoruz ayak üstü ve gezinin en kötü ortamina, jambon müzesine gidiyoruz. beklentimiz böyle sira sira asili jambonlar arasinda yürümek ama göre göre plastikden bi jambon ve sira sira resimlerle üretim sürecini anlatan kocaman depo gibi bir yer görüyoruz. bu kadar kusur kadi kizinda da olur, bir daha gelmek icin sebep olur iste diyor, kendimizi avutuyoruz.

dönüs yolu bir italya klasigi. tüm orta ve kuzey avrupa tatil bitisiyle yukari akiyor. bakiyoruz olacak gibi lara'miza misafir oluyoruz. gerci o bizi takmiyor, stefano'nun kucaginda hayatindan memnun ama olsun; damla karnimizi doyuruyor, icimizi isitiyor. dinlenmis bir sekilde vuruyoruz kendimizi yollara. st.gothard bu sefer gecit vermiyor. yataga girdigimizde saat sabah 5.
bi dahakine trenle mi gitsek ki?
 

 




Wednesday, March 27, 2013

dans maratonu 2013, CAL ve ben


dogdugu günü hatirladigim yegenimin (number 3) dans yarismasi varmis. hadi kalkip gidelim dedik, cekirdek aileye eklendik babaanneyle birlikte. kapida esasli bir giris ücreti ödettiklerinde “n’oluyo lan, özel salonda film mi seyredicez, alt tarafi liseler arasi dans yarismasiymis. zaten 5 dakka sürüyormus, ohhhh hadi baklim iyi hasilatlar” haleti ruhaniyesi icinde yegen (number 4) ile yerimizi aldik. sunucu iyi niyetli, izleyicileri bir sekilde aktive etmeye calisan biriydi, ama her anons arasinda giren gangnam style melodisi olusma ihtimali olan sempatik havayi itinayla sabote diyordu.

neyse efendim yarisin ne oldugunu, jüri üyelerini vs. ögrendik giris sürecinde. 14 okul, tercih ettikleri kareografiler cercevesinde 5 dak. gecmeyecek showlar hazirlamislar, bunlari ardi ardina sergileyecekler, sonunda jüri üyeleri en begendikleri 3 show ve kiz dansci, erkek dansci, vb alt ödüllerle katilanlari onore edecekler. Güzel.

ilk katilimci ile ilk soku yasiyoruz. avcilar’dan bir lise. giris kompozisyonu cok guzel, bilgisayar ekranini da kullanmislar showun bir parcasi olarak. sahneye bir cocuk cikiyor elektrik bugi dedigimiz tarzda bir dansla basliyor. devam ediyor. devam ediyor. devam ediyor. ve show bitiyor. kisacasi lisemizi bu arkadas temsil ediyormus tek basina. olsun. okulun karari ve cocugun medeni cesareti acisindan cok güzel bir aksiyon olmus. alkislarimiz ona gelsin. 2. okul hangisiydi hatirlamyiorum ama stilize halk oyunlarini secmislerdi. 6 tane piril piril kiz, ritmik hareketleri, farkli farkli halk müzigi melodileri esliginde birbirleriyle uyumlu bir sekilde sergilediler. alkislarimiz onlara da gitsin. bayagi da bir alistim ortama. yapacak isim de yok. dedim “oturayim, söyle gittigi kadar gitsin hele neler görücez.”

günün en güzel sürprizinin hemen kösebasinda beni beklemekte oldugunu nereden bilebilirdim ki? 3. okul benim okulumdu. cagaloglu anadolu lisesi!! bir sürü ögrenci de arkadaslarini desteklemek icin tam iki sira arkamda oturmuslar. ne cok bagirdilar, ne cok destek verdiler, pek cok hosuma gitti. gösteri de bence numero uno’ydu! buyuruyoruz; bence günün en güzel, en eglenceli gösterisine bir göz atiyoruz:


 

yegen number 3’ün okulu, hüseyin avni sözen 4.sirada. 12 tane hanim kizimiz, cok iyi niyetli bir kareografi esliginde latin müzikleri esliginde hos bir performans izlettiler bizlere. buyrun siz de bir göz atin. bebisligini bildigim kara kugumun sahneye ne kadar yakistigini, ne güzel salindigini bir görün:


 

daha sonra 10 okul daha cikti planlandigi gibi. özel okullar, anadolu liseleri, meslek liseleri, düz (düz derken?) lise, 14 farkli okuldan 14 farkli gösteri izlemek zihnimi acti kelimenin tam anlamiyla. ögretmenlerinin de katkisiyla ne güzel seyler tasarlamislar, ne güzel vakitlerini ayirmislar, ne güzel emekler vermisler…

gözlerindeki pirilti, suratlarindaki endise, basarmis olmanin gururu, hata yapmanin hüznü, gencliklerinin enerjisiyle birlesip elle tutulur, gözle görülür bir hale geldi benim icin. 2 gösteride gözlerim doldu niyeyse. yaslandigim cok net bir sebebi bunun da öte yandan cocuklarin bu enerjisine tanik olmak, iclerindeki potansiyeli, cesareti bu kadar kisacik bir sürede görebilmek de baska bir sebep. (lise 2’deki 19 mayis gösterilerindeki magrur ve gururlu durusum geldi aklima. efenim?). türk marsi esliginde kasik oynayarak baslayan da vardi gösterisine, sahneye koyduklari floresan isigi sayesinde isiktan kuslar yürütenler de.

günün highlight’i; gösterilerine seyirciler arasindan gecen yerli kizlarin sahneye cikisiyla, en siradisi sekilde baslayan ve yarismayi kazanan zeynep kamil saglik meslek lisesi’nin, afrika yerlisi kiyafetleri icindeki bas danscisinin, sonuclar beklenirken rast geldigi arkadaslariyla kulak (boynuz) tokusturarak merhabalasmasiydi. ya dedim, cocuk ait oldugu gruba ragmen cok cesur bir cikis yapmis, ya da bu tür selamlasma artik vaka-i adiyeden olmus.

yegenlere ödül yok ama olsun, onlar gönüllerin birincisi. ikinci cal olmus. uzun boylu danscisi en iyi erkek dansci ödülünü almis. afferin. cikarken okulca fotograf cektiriyorlardi. ögretmenleri “tüm cagaloglular gelsin, toplu fotograf cektirelim” dedi seyirci olanlari da kast ederek. “hocam ben de gelebilir miyim?” cikisim 2 saniyelik bir sessizlige sebep olsa da, “ben 90 yili ilk mezunlarindanim” aciklamam merdivene beni de dahil etti. ön siradan gelen “abi hic ilk mezun gibi göstermiyorsun” ve yanimdakinin söyledigi “abi 90da biz yoktuk be!” yorumlari günümün geri kalaninin da neseli gececeginin bir isareti gibiydi. ki bu isaretin de ne kadar dogru oldugunu görmem cok uzun sürmedi.

ne iyi etmisim de gitmisim.

Tuesday, March 5, 2013

velev ki onbasisin

"cumhurbaskani'nin anne tarafı ermeni" diyor bir milletvekili cikip.
cumhurbaskani gelisine vuruyor. "vay sen misin bunu diyen?" sahlanisiyla karsi resmi aciklamasini yapip, üstüne bir de avukatları araciligiyla mahkemeye başvuruyor.
ankara 11. asliye ceza mahkemesi davayı reddediyor, yargıtay tarafından karar bozuluyor.
yargıtay 4. hukuk dairesi,“türkiye cumhuriyeti devleti’nin başkanı olan cumhurbaşkanı hakkında, etnik kökeniyle ilgili yapılan ve gerçeği kanıtlanamayan açıklama, o kişinin kişilik haklarına saldırıdır” gerekçesi ile kararı mahkemeye geri gönderiyor ve mahkeme yeniden incelediği davada milletvekilini bir lira tazminat ödemeye mahkûm ediyor. 

benzer bir sürecte onbasilar, rütbelerinin asagilik, degersiz bir rütbe olmadigini ögrenerek biraz olsun rahatliyorlar. cünkü bir parti baskani, genelkurmay baskanina "sen bizim nezdimizde onbasisin" dedi diye acilan hakaret davasi (dava konusu açıklamada kullanılan ifadelerin müvekkilinin “onur ve şerefini zedelediğini”, müvekkilinin türk silahlı kuvvetleri'nin (tsk) en üst rütbesinde görevli olması nedeniyle “kişilik haklarının zarar gördüğünü” savundu) mahkeme tarafindan isleme alinmayip reddediliyor gecenlerde....(düsünsenize bir sirketin ceo'suna "o bizim nezdimizde muhasebecidir" diyorsunuz, o da sizi dava ediyor. hey allahim.)

durum buyken, hakem de diyor ki "ayrıca eliyle kamuoyunda gay hareketi olarak algılanan işareti şahsıma yaptı. kendisine kırmızı kart göstermemden sonra ayrı ayrı iki kez gay işareti yaparak rencide edici bir tavır sergiledi. oyuncu bu esnasada kendi ana dilinde bana bağırdı"

bu noktada benim kafam karisiyor. benim anlamadigim; birine gay demek suc mu? escinsel olmanin yasak oldugunu bilmiyorum? ha sana hirsiz der adam, dava edersin, dolandirici der dava edersin ama cinsel tercihini sorguluyor diye niye dava edersin? ahlaki normlarina uymuyor olabilir ama o zaman ne yapicaz multi-moral bir toplumda neyin iyi neyin dogru oldugunu neye göre belirliycez? e sucsa anayasaya "cinsel tercih, cinsel yönelim vs." gibi bir paragraf koymaya (ki konacagina inancim hic kadar) ne gerek var? söylenmesi suc olan bir seyin esitliginden nasil bahsedebilirsin?
--> universite yillarinda bir gün grev mi ne olmustu otobüsler calismiyordu. iki arkadas kadiköy meydana vapur ile varmis oradan da otostop cekip sansimizi deneyelim demistik. bickin bir delikanli abimiz ve arkadasi aldilar bizi sag olsunlar, ahmak islatan yagmurdan kurtardilar. moda'ya dogru gidip bahariye'ye döndügümüzde söför olan kahkahalarla gülmeye basladi. digeri merak etti, hayirdir gibisinden sorunca abimiz güle anlatti. bi iki ay önce yildiz cikisinda otostop ceken baska birilerini dövmüs bi güzel arabadan inip. cünkü o zaman otostop yapanlarin kafadan fuhus yapanlar oldugunu düsünüyormus. efenim? eve yaklastigimiz ilk noktada tesekkür edip arabadan ucarcasina uzaklastigimi hatirliyorum.
eger cumhurbaskaninin ermeni oldugunu iddaa etmek kisilik haklarina bir saldiri ise, bu ülkenin ermeni vatandaslari kendilerini esit hissederler mi? birine gay demek, escinsel demek sucsa, sen kimi kandirican cinsel tercihler anayasada güvence altinda diye? denebilir ki "ulan bu ülkede (erkek!) birine escinsel dersen, zaten ceker vurur seni!" iyi güzel de oraya gelene kadar ayni sekilde (erkek!) birine "kari gibi gülme" desen de vurur seni yeri geldiginde ve (arastirmadim ama) büyük bir ihtimalle cezasindan tahrik indirimi de alir. nedir yani; kari gibi gülmek kötü bir sey midir? insanin gururunu kiracak ve onu katil yapacak? annen kari degil midir? karin kari degil midir? kari olduklari icin kötü müdürler?
türk, müslüman, sünnî ve erkek olarak dogmus, bu sebepten de dünyanin secilmis, kutsanmis, acik farkla geri kalan 10 milyar insanindan üstün, bu yaklasik 25-30 milyon adaminin (ki cogu kadinlarinin da) bir anda degismesi tabii ki beklemedigim bir hareket. ama ülkemin yasama, yürütme ve yargisinin da bu sürecin icinde olmasi icimi burkuyor. ulan sana ne adamin birinin ötekine escinsel demesinden, onbasi demesinden, ermeni demesinden? eger bir ceza verilecekse, o da bir grubu asagilama unsuru olarak göstermeye calisan "üstün irk" mensubuna verilmeli. ayni sekilde hakkini arayacak olan da bu isleme muhatap olan degil, islemde asagilama amacli kullanilan grup olmali. hatta "beni bu sekilde asagiliyorlar" diyene de cakmali cezayi yüce adaletimiz, "sen kimsin lan onlardan farkin ne, agzinla kus mu tutuyorsun?" demeli.
yani cumhurbaskani degil ermeniler ayaklanmali, yani genelkurmay baskani degil onbasilar dava acmali, yani hakem degil escinseller hakkini aramali; "arkadasim sen ne diyorsun? ne sebeple bizi baska birini asagilamak icin kullaniyorsun? ne farkin var da bana üstünlük tasliyorsun? bak bes parmagim var benim de! demeli" diye. mahkeme de kararlarini insan haklari sözlesmesine dayanarak vermeli "harbiden sen kimsin kardesim, olayin ne? neye göre onlarla bunu asagilamaya kalkiyorsun?" demeli, ibretlik cezalar vermeli nefret sucu kapsaminda.

yoksa gerisi hikayedir, laf-i güzaftir. acik yesil insanlarla koyu yesil insanlar olarak yasar gideriz. kendimizi kandiririz aman da türkler cok hosgörülüdür, bizde hic bir zaman kölelik olmamistir diye iskembe-i kübradan atmaya, devam ederiz "mamma li turchi" duyunca da tribe girip "aman da bu nasil ayrimcilik, bidi bidi" yapmaya.

sayin rte'nin zamaninda ispanya'ya giderken "velev ki türban siyasi simge olsun" demesinden esinlenerek; "velev ki onbasisin"....