Friday, May 11, 2012

mayıs sıkıntısı (ya da etine kadar yenen tırnaklar)

ve iste o gün geldi.
tahayyül edeli, "olur mu lan acaba günün birinde?" diyeli tam 2 sene olmus. vay be!
o zaman "yok artik, daha neler, her halde 20-30 seneye anca görürüz" diyordum.
gerci sonu o kadar kötü olacak diye bir sey yok, ve hatta mutlu sonla bitmesi daha büyük ihtimal ama, belli de olmaz.
her seye, o worst case scenario'ya hazirlikli olmak lazim.
ki benden, bizden de haziri yoktur herhalde.
söyle ki:


ilk tarih 14 mayis.
yil 2006.
futbolla ilgilenmeye yeniden basliyorum. kombine aldigim ilk sezon. gassaray'i yine yenmisiz 6. yilda da; hem de 4-0. denizli'deki son macta gelecek galibiyet bizi sampiyon yapacak. hem de 3. kez üst üste. hatta gassaray'la ayni puani almak bile yeterli. ama onlar kayseri'yi tabii ki cok rahat geciyorlar. ve maclari zamaninda bitiyor, bizimkinde 10 küsür dakika uzatma. ben skor 1-0'ken, caddede maci seyrettigim mekani terk ediyorum. arkin kaliyor. etraftaki gerginligi hissetmemek mümkün degil. hizli hizli eve dogru yürüyorum. yolda yüksek bir ciglik geliyor. ama yetmez. sonra bir bagiris daha oluyor ama devami gelmiyor. hala daha seyretmedim, seyretmeyecegim appiah'in kacirdigi golü. eve geliyorum. sebnem anliyor durumu, ilismiyor. ama hala bir umudum var. o esnada kornalar calmaya basliyor. bakiyorum camdan; bayraklar kirmizili... dogruca melekötesi, 4 aylik oglumu öpüp, yatiyorum. ac tavuk misali kendimi dari ambarinda görüyorum rüyamda: sampiyon olmusuz.


sonra 16 mayis geliyor.
2010.
milan tatilimizin son günü.
damla ve stefano'dan ayrilip yolumuzun üstündeki lugano'ya ugruyoruz. dönüste st.gothard tikali'ymis. hadi hooop dagi dolasmaya karar veriyoruz. yolda inter'in sampiyon oldugunu ögreniyoruz. pesinden basel'in maci basliyor. son 1 saat kala onlar da sampiyon. ulan? 3de 3 olur mu? olma mi. ilk golümüz geliyor arkin'in mesajiyla. ve tirabizonun kalesini ablukaya aldigimizin detaylari. neden sonra bir adet :( geliyor "yedik" notuyla. sonradan görüyorum golü. ki burak'in kaval kemigine carpan topun 10 mactir gol yemeyen volkan'in kalesine süzülmesini sanirim ömrüm boyu unutamiycam. olsun canim, daha bir saat var, nasilsa atariz. atamiyoruz. yine sansli sayiyorum kendimi cünkü basel'de maci seyredecek yerim yok. macin berabere bitmesinin yaninda yanlis anons rezaleti vs. sahdik sahbaz oluyoruz sanal alemlerde. stad yakiliyor, cam cerceve iniyor etrafta.
bu sefer 4 yasinda oglum. teselli ediyor beni "olsun baba. bak guiza atmis golü, ne güzel"
bir diger teselli de sampiyonun bursa olmasi.
ya yine gassaray olsaydi?
ya da daha kötüsü, günün birinde son mac gassaray'la yine saracoglu'nda olur ve onlar sampiyon olursa?
lan?


su an icin tek dilegim 12 mayis 2012 icin bir seyler yazmak zorunda kalmamak.
aksi takdirde eyüp peygamber seviyesinde cilelerden gecmis, nirvanaya ulasmis bir futbol seyircisi olacagim. ki belki de curling'e sararim ondan sonra, dogal tarima veririm kendimi.....
hadi bakalim fingers crossed.
hem top yuvarliktir.
ve de futbol sadece futbol degildir.
efenim?

Wednesday, May 9, 2012

yapem reloaded!

üc on yil gecmis neredeyse üzerinden;
ilkokul 5i bitirip anadolu lisleri sinavina girisimden. istanbul erkek, kadiköy anadolu, galatasaray, robert, st.joseph ve st.benoit'dan olusan tercihlerimin hic birini kazanamayip (o zaman 3 devlet 3 özel secilebiliyordu ve öyle tekrar^2 tercih sansi yoktu. yine o zamanlar beyoglu'nda kravatsiz dolasilmazdi. efenim?), mahalle ortaokulunda öglenci olarak okuyacagim icin "ohhhh ne güzel uyurum sabahlari bol bol" tarzinda kendimi teselli edisimden. o aralar annemler tatilde oldugu icin ablamin yanina gittigim dispanserde beni gören tamara ablanin "aaa, firat da mi kazanamadi? yeni bir okul aciliyormus, oraya önkayit yaptirsaniza!" deyisinden. abimin üsenmeyip, gidip beni önkaydettirmesinden. ve sicak bir agustos aksam üzerisi, saatlerce beni arayip bulamamis olmanin verdigi sinirle beni bir güzel döven, sonrasinda da "gasteye bak, anadolu lisesini kazanmissin" diyen annemin suratina bos bos bakisimin üzerinden tam 29 yil gecmis. ohannesburg.
80 sonrasinda anadolu liseleri de türkiye'deki degisikliklerden payini almisti. 83 yilindaki secimleri takiben neredeyse her mahalleye 1 adet olacak sekilde acilan anadolu liselerinden ilk dalgadaydi cagaloglu anadolu lisesi. ve ben de oraya girmeye hak kazanmis 180 sansli cocuktan biriydim. sansliydim cünkü iyi ya da kötü, karakterimin temel taslarini okulum sayesinde oturttum.
bizden büyük sinif yoktu mesela! binalarina kondugumuz istanbul kiz lisesi'ne de ögrenci almayi bitirdikleri icin, orta 3den sonra en büyük sinif hep biz olduk, ki o zaman kadar da ablalarimizin -bizi dikkate almadiklari icin- kiyafet secim ve kullaniminda göstermis olduklari rahat tavirlar ilk ergen dimaglarimizda güzel yerler edinmislerdi. hazirlik sinifinin son aylarinda servis kullanmayi biraktim mesela. 12 yasinda bir cocuk olarak 6 yil sürecek bostanci-kadiköy-eminönü-cagaloglu (sisli günlerde bostanci-besiktas-cagaloglu olurdu, ne uzun sürerdi yarebbim) seyahetleri yapmis olmak cok sey kazandirdi bana. yoldaki sohbetler, kahvaltilar, iskembe corbasi icmeye baslayisim, cebimizde 5 kurus para yokken yedigimiz ama parasini ödemeden kactigimiz pastalar, eminönü'den cektigimiz ototstoplar ya da 5 kisi sikistigimiz taksiler... fasiküller dolar lise anilarindan eminim ki.
hayat hep lisede yasanasi bir sey olsa dünya daha güzel olurdu belki de. ama benimki gibi 7 yil sürmeli lise. sürmeli ki hem hic bitmeyekmis gibi gelsin kulaga, hem de bittiginde "hadi ya!" dedirtsin. "bi, iki sene daha uzatamaz miydik?"

neyse efendim, dedigimiz gibi hikaye bol. bakalim basliga nasil gelicez? buyrun:

ilk yillardaki arkadasliklar ayni sinif ve ayni servisde olmak etrafinda sekilleniyordu esyanin dogasina uygun olarak. sonra "vapur" arkadasliklariyla genisledi cember. servisleri biraktikca insanlar, okuldan sonra, okulda kalip mac yapanlar eklendi bir süre sonra. okuldan sonra okulda kalip mac yapmayanlarla da genisledi. lise 2'deki 19 mayis gösterilerine hazirlanma süreci pek cok duvari yikti. son senemizde yillik komitesi olarak bir nevî ilan ettigimiz otonomi ile birlikte de altin vurusu yapmis olduk. ki devaminda gelen universite yillarinda da devam etti birliktelikler. bir tesadüfle tanistigim ankara ekibinin entegrasyonu, mac yaparken tanistigimiz, sonra vapur yolculuklarinda panpa oldugumuz elemanlar, dalistaki "buddy"sinin okuldan 2 arkadasiyla ev tutan arkadasin da katilimiyla erkek bazli grup büyüdü de büyüdü. iste bu ekip evi bos olanda haftasonu gecirir, yazligi olana cöküp, etraftaki kiz babalarini rahatsiz eder, müsait olan evlerde bulusur, secilen konsepte göre bira-pide, bira-midye, bira-tavuk, raki-mangal gibi kombinasyonlari kendi baslarina üretip, tüketip, dagilirlardi. yemekteki kalite o zaman o kadar degerli olmadigi icin sünger gibi yag emmis midyeler, pismemis tavuklar bile yenirdi sorun yapilmadan.
ama bazen devreye anneler, hatta anneanneler girerdi. iste o zaman ki hazzin tarifi olmazdi. 5-10 kisi arasinda degisen, ayi gibi adamlar, bir sofranin etrafinda oturmus, ya da ellerindeki tabakla saygi icinde mutfagin kapisinda beklerdi yemekleri. kibarlik icin esas misafire sorulan ve cevabi yekten "hayir" olmasi gereken "biraz daha alir miydiniz?" sorusuna "valla cok güzel olmus, ben biraz daha alirim teyzecim" diyen bir kitleydi bu. patlican, kabak, patates kizartmasina katilan sirkenin yarattigi mucizeyi, barbunya pilakideki sarimsakin lezzetini, tarcinli-elmali kekleri, mihlama yapilirken eritilmesi gereken tereyaginin kilo ile ölcüldügünü bu sekilde tanidim.
iste bir keresinde yolumuz bize düsmüstü gece gec vakit. kadro kalabalikti. amacimiz kapali bir mekanda oturup sohbete devam etmekti. bizim ev de müsaitti, nasilsa annemler yatardi herhalde birazdan. hepimiz bostanci'daki evin isil^2 salonunda oturmus balkondan giren serin yaz gecesinin keyfini cikariyorduk. bizimkiler hala ayaktaydi. tam nasil oldu bilmiyorum ama bir sekilde acikildigi mesaji anneme gitti. bu pasi kacirmayan necla "ne istersiniz?" diye sordu. sinir tanimayan densizlerden biri "kiymali makarna olsa ne güzel olurdu" dedi. "yapem!" dedi annem ve isik hiziyla mutfaga gecti. kocca bir tencere kiymali (karistirirken virc-virc eden anne tipi) makarnayla salona girdiginde saat 2 filandi. hemen sofraya gecildi, aslan sürüsünün ortasinda kalmis belgesel ceylani gibi kasla göz arasinda imha edildi makarna. büyük ihtimal cumartesi gecesiydi, cünkü ne kimsenin uykusu geliyor, ne de ertesi gün icin bir panik havasi esiyordu. masa basinda sohbet devam ederken, yine tam nasil oldu hatirlamiyorum, densizidmanyurdu'nun bir oyuncusu "necla teyze, sen bi kere bi un helvasi yapmistin, ne güzel olmustu o" dedi. "yapem!" dedi annem yine; bel hizasinda seken topu, voleyle rakip aglara gönderen bir futbolcunun sevinci vardi gözlerinde. benim bile inanmadigim bir sekilde mutfaga gitti, deminki makarna tenceresine benzer bir kapta, kücük bir binek otosunu 10 km götürebilecek enerjiye esdeger kaloriye sahip, emprovize bir un helvasi calismasiyla geri döndü. saat 3ü gecmisti hatirladigim kadariyla. ama ne güzel olmustu be arkadasim? tadi hala damagimda.


tüm bunlar üstteki fotografi feys'e koyarken geldi aklima. bu fotografta yukarida anlattigim kutlu günü yasamis olan sanslilar da var aramizda, o günleri bir efsane gibi duymus olanlar da.
Babam yine güler yüzüyle, yine burada oldugu gibi masanin basinda oturmus, pijamasinin üstüne giydigi gömlek-kravat-süveter üclemesiyle bize "bu genclik bizimkinden cok farkli" der gibi bakiyor. onun rahatligi, gönül zenginligi sayesinde evimizden misafir eksik olmazdi zaten. yattigi yerden de bakip gülümsüyordur bize eminim ki her toplandigimizda hala. nur icinde yatsin.
annem -her zamanki gibi- tabaklari doldurmaya odaklanmis, mevcut tüm yemeklerin masada olmasini saglamis, bitirenlere 2.tur icin vazgecilemeyen tekliflerini yapiyor.
40 yasina gelmis, gecmis elemanlar yedikleri, yiyecekleri ve gelecegini tahmin ettikleri seylerin verdigi mutluluk, salgiladigi endorfinle kendilerinden gecmisler.
bakalim daha kac kez bulusabilecegiz böyle, anne yemekleri tabagimizda, kaygisiz kavak yelleri basimizda....


bu noktada hafizasi 1000 kaplan gücünde olan bir eleman o günü dakika^2 hatirladigini belirtip, asagidaki detaylari paylasti, ki ben de bunu evrene ileteyim istedim.
karma, marma sonra basima is acmasin
(bense makarna+helva olduguna adim gibi emindim, bi doktora gitmeyi düsünüyorum hafizayla ilgili. neymis arkadas bu 40 yas böyle?):



Firat'im,
Necla Teyze'min hak ettigi takdiri daha da yuksege tasimak adina, hikayende bir kac duzeltme yapmam lazim, musaadenle. Detaylari sorgulayarak kendimizi hic yormayalim yavrucugum, benim hafiza malum.
Konuda bahsi gecen genc erkek ...
cetesi, sokak futbolu oynamis ve acikmistir. Top sahasina en yakin mekan olan Firat'in evi, tedarik edilen jetonla ankesorlu telefondan aranir ve aksam yemege gelinecegi ve hatta yatiya kalinacagi deklare edilir. O zamanlar hepimizin evi birdir, teklif yoktur.
Necla Teyzem sadece "7'den once gelmeyin" der. O kadar. Detaya ihtiyaci yoktur. Gorev alinmis, daha ahize yerine konmadan plan yapilmis, hatta un serpilmeye bile baslanmistir.
Ac kurt surusu aksam eve vardiginda, sofra kurulmustur. Rahmetli Mesut Amcam, tam tarif ettigin sekilde, masanin basinda oturmus, gulumseyerek bizi sofraya davet etmektedir. Zerrin Abla ve Murat Abi de masadadir. Yemekte manti vardir. Oyle bugunku hazir mantilardan degil tabii. Necla Teyzem yumuk elleriyle kendi acmis, kendi kapatmistir o kadar adami doyuracak, tabak tabak yenecek mantiyi. Ayrica zeytinyagli fasulye ve tatli olarak da lokma vardir. Ne zaman yetistirmistir bunca isi diye soran olursa, o da Necla Teyzem'in ozelligidir, aklimiz ermez derim.
Caylar icilir, ev sakinleri odalarina cekilir. Kadro salonda klasik koyu bir muhabbete dalar. Bunca sene ne konusur, ne anlatirlar birbirlerine ve nasil her seferinde bu kadar derindir bu muhabbetler, o da ayri muamma.
Koridorda isik yanar, saat gecenin ucudur. Kadro cok dikkat etmez, muhabbet koyu dedik ya, tuvalete kalkmistir herhalde biri... Sonra mutfaktan bir takim sesler gelir. Kadro muhabbete devam, su veya ilac iciyordur birileri canim... Derken salona Necla Teyzem girer, kucaginda kocaman bir kayik tabak, tepeleme un helvasi. "Acikmissinizdir" der sabah uyanan ogluna gunaydin dermiscesine rutin, beyaz basortusu yari acik sarkerken... Terbiyeli ve saygilidir gencler aslinda ama bos bulunanlarin agzindan "oha" ve "yok artik" yorumlari kaciverirken, digerleri "niye zahmet ettin Necla Teyzecigim" veya "ellerine saglik" demektedir, bir yandan en ustteki helvalara uzanirken futursuzca. Kadronun az daha hinzir olani komiklik olsun diye: "Yaa Necla Teyzem, bak simdi benim canim senin ozel ev pizzandan cekti" der siritarak. Ve iste tam o anda, o meshur, son derece dogal, teklifsiz, sahane tepki patlayiverir suratlarimiza: "Yapem"! Ellerine sarilip optugumu hatirliyorum. "Yapma Necla Teyzem, git yat sen" demistim. Ikinci bir muhtesem tepki, kendisine hep cok yakistirdigim su ifadeyle gelivermisti kontraatak tadinda:" Aa, deliye bak, canin cekmis yavrum." Bu kadar basitti iste konu, cocugun cani ceker, Necla yapar... Zor bela ikna edip yatirmistik Necla Teyzem'i.
Helvalarin sindirilip, gecenin o saatinde vermis oldugu son derece gereksiz enerji bir miktar tuketildikten sonra orda burda sizar kadro nihayet.
Ertesi sabah kahvalti sofrasi hazir, cay demlidir. Aile bireyleri sofradaki yerlerini almistir. Mesut Amcam, "hadi gelin bakalim haytalar" gulumsemesi ile bizi sofraya buyur etmektedir. Her zamanki gibi Kabadayi masasi bugun sagliga zararli kabul edilen yagli ve sekerli ama leziz yiyecekle doludur. Ve tabii ki Necla Teyzem pizzasini da yapmistir. Kadro, umarsizca gomulur...

Firat'im, Allah Necla Teyzem'e uzun omur versin. Rahmetli Mesut Amcam'in topragi bol olsun. Umarim Efe'nin de bizim gibi dostluklari olur. Umarim o da bizim kadar sansli olur...

Gecenin bir saati o harika zamanlari hatirlattigin ve gunluk gaylelerimi unutturdugun icin sagolasin kardesim.