Saturday, November 9, 2013

italya seytan ücgeni

efendim asagida okuyacaklariniz 2013 yilinin mayis aylarinda yasanmistir. gezi olaylar, is gezileri derken unutmusuz post etmeyi.
gec olsun da güc olmasin diyerek kaldigimiz yerden devam edelim.
 
 
background: is gezilerinin yorgunlugu, basel civarinin yagmurlu havasi bizi bu auffahrt'da evde kalma fikrine alistirmis gibiydi. gibiydi diyorum cünkü cok gecmeden "ulan?" diye killanmaya basladik ailecek. ancak hava durumlarinda bir degisme olmadigi gibi daha da kötülesince, ucaklar full cekip trenler ucak fiyatina kosunca önümüzde pek fazla da bir secenek kalmamisti; araba ile erisilebilen, yagmur yagsa da sicak olabilen, olagan süpheli italya. italya'nin da hala daha kismet olamamis emiglia romagna bölgesi.

1.gün:
tatil olmasina ragmen sabahin 7sinde kalkiyoruz kralicemizin over-doz motivasyonu sayesinde. iyi de oluyor aslinda, cünkü ne kadar erken gitsek o kadar iyi. 8de yoldayiz.

st.gotthard'a kadar sorunsuz gidiyoruz. ancak tatilci akisinin bir önceki gece bitmis olduguna dair yaptigimiz tahmin ve iyi niyetli yaklasim maalesef elimizde patliyor. cok uzun olmasa da (1 saatlik) bir bekleyis ilk darbeyi indiriyor önümüzdeki rotanin selametle tamamlanmasi icin.
b.k var gibi italyan sinirinda arabanin icine bakan sinir görevlileri de bi yarim saat takiyorlar.

haydi hooop italya'ya girdik simdi akariz ortamlara diye beklerken, caaat bi de yolda kaza olmus olmasin mi? yarim saat de oradan...

biz de tüm rotayi degistiriyor ve ilk durak olarak parma'yi belirliyoruz.

bu tatilin iki büyük aktörü olan internet ve vaginasyon en büyük yardimcimiz. sebo'nun tripadvisor'dan belirledigi restoranin adresini giriyoruz vaginasyona, o da elimizle koymus gibi sokuyor bizi parma'nin ara sokaklarina. hedefe 200m kala anliyoruz ki oraya araba ile girilmiyormus. olsun, kenarda mavi icine beyaz cizgili park yeri goruyoruz bombos. ohhhh hemen park ediyoruz (ama bu ceza yemeyecegimiz anlamina gelmiyor tabii ki; megersem orada residentler icinmis o park alanlari). inip kisa bir yol teyidi aldiktan sonra elimizle koymus gibi buluyoruz ristorante la forchetta'yi.

ne yiycez? ne icicez? sorularindan parmigiano ve prosciutto kismi cok net! büyük ailemizin ilk ve tek sommelier'si sn.damla hanim'dan da "kirmizi şarap: lambrusco (hafif frizzante oluyor)" tavsiyesini almisiz, kim tutar bizi? sonuc:
eccelente!
 
burada lambrusco icin bir parantez acmak lazim. garson hanim kizimiz kucuk siseyi acip bardaklarimiza koyana kadar hala ayamamistim olayin ilgincligine. ancak koyu kirmizi sarabin üstünde biriken pembe köpük "ahan da sov basliyor!" dedirtti ki gercekten hafif gazli, hafif tatli olusu, bir de serinligi tüm tatilin en cok iz birakan objesi yapti kendisini bizim icin. cok yasa lambrusco!

yemekten sonra acayip bir agirlik cöktü üstümüze. ama öyle böyle diil. en yakin yesil alana attik kendimizi ve cimenlere uzanmamla, dalip gitmem bir oluyor. yaklasik 20 dakikalik bir kestirme, popüler deyimle "power nap" basta beni ve tüm aileyi 10 kaplan gücüne yükseltiyor. her sey iyi güzel ancak efe'nin beynini kemiren cok büyük bir sorunumuz var: nerede kalacagiz o gece? yaklasik 10 dakikada bir bu soruyu soruyor. cünkü uzun süredir ilk defa otel ayarlamadan yola ciktik ve günes de ufukta alcalmaya basladi...hen hen hen, stres artiyor! sanirim parkda yatmaya devam edecegiz zannediyordu o anlarda.
dondurmasiz bir italya olar mi? sanat icimde var benim
parma sehir gezimizden kücük bir bukle
tekrar sehre inip ana caddenin karsi tarafina geciyoruz, gozlerimiz bir yandan da otel ariyor ama yok. efe'de stres arttikca artiyor, elle tutulur, gözle görülür hala geliyor. ooo bebeeme benim.

en sonunda kösedeki bir kafeye sorup, 4 kapi ötede bir b&b oldugunu ögreniyor ve umutsuz bir sekilde kapiyi caliyoruz. ortamin odalari dolu ama cambridge'de doktora yapan yegenlerinin iki kislilik odasini bize veriyorlar.

aksam yemegi daha sakin geciyor. ben lokal biraya veriyorum kendimi, sebo "lambrusco iyidir" diyor. efe linguinesini beklerken ve yedikten sonra fransa kupasindaki kiytirik bir maca takilip anneyle bizi basbasa birakiyor.

2.gün:

kaldigimiz apartimanin arkasinda cok güzel gizli bir bahcesi var. kahvalti tepsimizi alip 3 masadan birine oturuyoruz; sandalyeler agir, demirden. masa daha agir. efe yesili ve bosta duran toplari görünce futbola bagliyor yine. neyse ortamda bi iki köpek boku var da onu sogutuyor delicesine ronaldolasmaktan. kahvaltıya gelince; kücük italyan otel kahvaltisi. tek tuzlu sey ekmek! recel, kek, kurabiye, bal,.......allah rizasi icin bi de peynir koyun be yav. neyse efenim sallana^2 kahvaltimizi bitirip, oyalanip, sonraki duraklarimizi belirliyoruz.

kraliyet ailesine yakisir bir ortam degilse ne?

ilki modena'nin girisinde bizi bekliyor; strada facendo....antin-kuntin'likle sicak bir yerellik arasinda giden bir yer. girisin sag tarafinda 5 masa, sol tarafinda 2 ya da 3, havadan dolayi bos bahcede de 4 masa var. iceridekiler 'business lunch' havasi veriyorlar ki biz kiyafetlerimiz ve gürültümüzle bu havayi bir nebze olsun kiriyoruz. garson kizlar cok tatli ve icten davraniyorlar. tabii ki lambrusco söylüyoruz, ama büyük sise bu sefer. yemek siparisini asci aliyor direkt olarak, cok hos bir hareket. baslangic ve ana yemeklerimiz, sefin ikrami ve kuccucuk ekmekler cok leziz. hesap italya icin pahalica, isvicre icin makul, insanlik icin ise kücük bir adim. cikmadan, garson kizlarin tavsiye ettigi balsamik üreticisini ariyor ve 5 icin randevu aliyoruz.


böcekli spagettim
mantarli ve 7 yillik parmesanli kralice gnokkisi
beklenen tortelinni ve "bu kadarcik mi?" bakisi



nasilsa kuccuk bir yerdir diye vakit gecirmek icin indigimiz modena, bizi bir anda sarip sarmaliyor. merkez kilisesi mesela; 1099 yilinda yapilmis. ne kadar eski oldugunu anlatmak icin "isvicre kurulmadan önce yapilmis" diyorum efe'ye; ilgisi artiyor. fazla gezemeden bir kahve molasi veriyoruz. kralice artik espresso icmeye basliyor; gercek kahve dünyasina hosgeldin diyoruz kendisine. giriyoruz vaginasyona balasmikocunun adresini vuruyoruz kendimizi yollara. uzuuun bir girisi olan mutevazi bir ciftlik burasi, . sahibi bizi gezdirecek. "isvicre ya da almanya'da 7-8 euroya yarim litre balsamiko alabilirken burada 100ml'si 40 eur; nedir bunun sebebi" diye giriyoruz. o da hemen basliyor anlatmaya:

efenim bizim oralarda yidiklerimiz l’aceto balsamico di modena seklinde isimlere sahip ve icerisinde üzüm sirkesinin yaninda karamel, renklendirici, koruyucu vs. iceren ve bir sekilde bir proses adimi modena'da gecen ürünler imis. ancaaaak l’aceto balsamico tradizionale di modena yimek istersek, bunun icin her seyden önce üzümlerin belli bir bölgede üretilmis olmasi, ürünün icerisinde sadece ve sadece üzüm suyu olmasi, en az 12 (yaziyla oniki) yil batarya denen seri ficilarda, agizlari acik sadece bir bez ile kapali olarak beklemis olmasi ve yine dop (denominazione di origine protetta) ile isaretlenmis özel siselerde satiliyor olmasi gerekiyormus. bu siseler de giugiaro tarafindan tasarlanmismis, ki kendisinin ferrari icin yaptigi calismalar da var imis. hangi sirkenin satilabilir olacagina da bir komisyon karar veriyor, kriterlere uygunsa siselemeyi de o komisyon yapiyor, üretici sadece kendi etiketini bastirip satisa sunabiliyormus. nereden baksan roi'sini 12 yil olarak belirleyecegin bir yatirim. ohannes; kim öle, kim kala?


bataryalar arasinda saadet


sirkeci


daha fazla bilgiyi san doninno'nun sayfasindan da ögrenebilirsiniz. ama üretim yeri dedikleri, pesi sira dizilmis ficilardan cikan keskin kokulari duymak, ne kadar eski ise o kadar kiymetli ficilara dokunmak, 12 ve hatta 25 yillik balsamikonun tadina bakmak isterseniz o ayri.

buradan bologna'daki otelimize intikal ediyoruz (efe'yi daha fazla stres etmemek icin sabahtan yaptik rezervasyonu). kisa bir dinlenceden sonra trattoria tony'e geciyoruz direkt olarak. efe göbekten tagliatelle al ragu bolognese'e giriyor (efendim hepimizin spagetti ile bildigi bu sosa ragu deniyor bu civarlarda ve tagliatelle ile yeniyor; öyle turist gibi spagetti bolonez istemeyin bologna'da. bazi restoranlarda öyle yaziyor ama biz oralari da eledik "turist mekanlari" deyu. ayrica bologna disinda bir yerde de rastlayamadik kendisine; bölgesel ayrimcilik had safhada). sebo tortellini yiyor ama corba formatinda. ben de et, tavuk. domuz ve dil (dil?) seceneklerinden sadece ilk ikisini tercih ettigim karisik haslama istiyorum. alkole bir süreligine dur diyoruz. kapanistaki krem karamel ile de saraptan arta kalan kalori acigimizi kapatiyoruz. "daha erken hadi biraz da sehri gezelim" diyerekten basladigimiz yürüyüs, piazza maggiore'de "aa efe bak lamborghini park etmis meydanda. anaaa yüzlerce lamborghini var ya burda" ile sonlaniyor. efenim, 50.yil senliklerine denk gelmisiz. efe, kendini dari ambadinda sanan ac tavuka dönüyor. biraksak sabaha kadar tek tek resimleyecek hepsini. o la laaa.
lamborghini cenneti 1

lamborghini cenneti 2
 








3.gün:

sabah sebnem bir kac mandirayi arayip nasil gezebiliriz konusunda anlasmaya calisirken biz de uyandik. nihayetinde bir tanesi ile saat 3de bulusmak konusunda mutabakata vardilar. kahvaltidan sonra (ki bu otelde kompile kontinental kahvalti vardi ve de kendin sikman icin portakal bile mevcuttu. bol bol taze portakal suyu ictik tabii ki) bologna'yi bir de gunduz gozuynen gorelim dedik. dün geceki meydan isil isil, rengarenk ve yine araba dolu...
 

Sana Dün Bir Tepeden Baktım Aziz Bologna

anladigimiz kadariyla eskilerinden baslayarak tüm arbalar sirayla bir platformdan gecip akip gidiyorlardi. fazla takilamadik, biraz daha foto cektik, sehri gezmeye verdik kendimizi, aciktik. hizli servisi olabilecek bir yere oturttum zorla hepimizi. ama garson inatla masamizdaki kültablasini kaldirmadigi icin siparisi iptal edip kalktik. az ötede daha 



namerde muhtac olmadan cektigimiz bi foto daha
restoran, ortamina gectik. ilk defa kavun-jambon ikilisini denedim; fena degilmis. kafadan ismarladigimiz beyaz sarap da muhtesem cikti. eleman zaten lazanyayla paralel evrene gecti kayboldu ortaliktan. cikista roman-balkan havalari calan bir gruba takildik dondurmamizi yerkene (la van guardia). ilk defa da bir sokak sarkicisinin cdsini aldik yolda dinledik mandiraya giderken, güzeldi.



wine-power
mandirayi cok zor bulduk, hatta bir noktada vaginasyon bizi patikalara soktu, zor kurtardik ama sonunda bulduk. ama gezdirecek filan kimse yok. "ingilizce bilen kimse yok? eee ne demeye geldik o zaman?" derken arkalardan bir kiz geldi ingilizce konusabilen, megersem o konusmus telefonda. ama o da yanlis bilgi vermis, yeni baslamismis, öyle gezi filan olmuyormus bu saatte ama istersek bizi gezdirebilirlermis. hemen atliyoruz bu teklife. mandiranin sahibi ve bas peynir ustasinin italyanca alattiklarini kiz bize tercüme ederek tüm peynir yapim mekanlarini geziyoruz (sabahki, süt ile kuzu iskembesinin karistirilarak mayalanmasi sürecini göremiyoruz tabii ki) sonradan ögreniyoruz ki kiz da italyan degil, romenmis. italya'daki son büyük depremden sonra buraya gelmisler yoksa önceden araba satisi isinde calisiyormus. vay anam vayy. bizim türk oldugumuzu ögrenince peynir hikayelerinin yanina muhtesem süleyman da ekleniyor; cok hararetli bir sekilde takip ediyormus....
peynirin hikayesi de cok siki, fotograflarla biraz anlatmaya calisayim:
 
efendim peynirler 1 gün bezde bekledikten sonra bu celik muhafazaya aliniyorlar ve üretim günü damgasini yiyorlar
 
vakti gelen peynirler tuzlu suya atiliyorlar ve gunde 2-3 kez dönmeleri saglaniyor
 
tuzlu sudaki peynirler ve ben
 
tuzunu alanlar artik eskiyecekleri ortama istiflenip kralicenin pozunda yer alabilirler
 
burada da namerde muhtac degildik!
 
 
efendim ahan da bu damgasini almis, kenarlari cillop gibi, hakkiyla satilabilir min.24 aylik parmesan
 
bu arkadasimiz ise maalesef 2.kalite parmesan.
kenarindaki 1 parmak mesafeyle cizilmis cizgilardan anliyoruz bunu
 
"looser" da diyebilecegimiz bu gariban ise her hangi bir peynir olarak satilacak.
kendisinin hic bir kiymeti harbiyesi yok kenarindaki tirtikli cizgilar sebebiyle...

 

yavrular dogumundan hemen sonra anneden ayrilip bu kucuk ortamlara konuyormus.
bu gariban daha 5 gunluk.
aslinda cok huzunlu...
afferin oglum, hep böyle cildli ol e mi

yeri geldiginde halkla iyi iliskiler kurabilen bir kralice

otomatik inek sagma ortami. 5-10 dakka icinde hooop bitiyormus ineklerin isi.

mandira gezimiz bittiginde yakindaki bir köyün barina gidip ickilerimizi iciyoruz bedava pizza, cips, fistik ve pattiz kizartmalarimizi yiyerek. italyadaki bu icki yanina beles yiyecek isini cok seviyorum.

bologna'ya döndügümüzde yorgun ama bi o kadar da mutlyuyuz. alacakaranlikta tekrar geziyoruz sehri. güzel yer be. acikinca da ara sokaklarda gözümüze kestirdigimiz bir lokantaya giriyoruz; ara sokak derken meydana 20m imis mesafesi sonradan anliyoruz, giriyoruz derken de sebo yarim saat kuyrukta bekliyor biz efe'yle birbirimize, öbürünün bilmedigi hikayelerimizi anlatirken.


bologna merkez camiinin minareleri
midyeli makarna yemezsem doyamiyorum
bologna'da baska bir meydan. gece yarisi.
yüzlerce kisi yerlerde oturup, icip, sohbet ediyor.
allah'dan diyorum, artik bizde olmiycak böyle sahneler
 











4.gün

efe'ye dokunmadik. nöbetlese kahvaltiyi müteakip müzeye dogru yola ciktik. bi iki mirin kirin etti ama balsemik ve peynir ortamlarini o da begendigi icin ses cikarmadi köftehor. vaginasyonumuz yine sag salim ulastiriyor bizi hedefimize: museo de ferrari. efe'nin suratinda gelisen gülümsemeyi kaydettigimi düsünüyrodum ama becerememisim. neyse. arabayi park eder etmez hanim bir kizimiz yanimiza yaklasip hos geldiniz, bes gittinizlerle bizi karsiliyor, müze hakkinda bilgiler veriyor ve diyor ki ferrari kullanmak isterseniz yapariz bi güzellik. 4 kislik tek bir modelleri varmis (california) ama bakiyorum efe'de bi istek patlamasi yok, geciyoruz. müze 2 katli ve tahminimizden az araba var. özellikle de daha önce gezdigimiz porsche müzesiyle kiyaslayinca hele. bi de ferrari 458 italya modeli yokmus; offfffff bizde moraller 0. allahdan f1 kismi biraz güzel de orada gazimizi saldik.

burayi takiben modena'da öglen yemegi yiyoruz ayak üstü ve gezinin en kötü ortamina, jambon müzesine gidiyoruz. beklentimiz böyle sira sira asili jambonlar arasinda yürümek ama göre göre plastikden bi jambon ve sira sira resimlerle üretim sürecini anlatan kocaman depo gibi bir yer görüyoruz. bu kadar kusur kadi kizinda da olur, bir daha gelmek icin sebep olur iste diyor, kendimizi avutuyoruz.

dönüs yolu bir italya klasigi. tüm orta ve kuzey avrupa tatil bitisiyle yukari akiyor. bakiyoruz olacak gibi lara'miza misafir oluyoruz. gerci o bizi takmiyor, stefano'nun kucaginda hayatindan memnun ama olsun; damla karnimizi doyuruyor, icimizi isitiyor. dinlenmis bir sekilde vuruyoruz kendimizi yollara. st.gothard bu sefer gecit vermiyor. yataga girdigimizde saat sabah 5.
bi dahakine trenle mi gitsek ki?
 

 




3 comments:

  1. Efe: Baba sana yazık olmuş neden ilk biz yorum yapıyoruz? ( Permasan peynirinin nasıl yapıldığını güzel annatmışsın). ( Baba ıstakozlu makarnasıs doymamı iyi ve güzel yazmışsın). ( Bi de permesan peyniriyle beniiiii iyi ve güzel yazmışsın).

    Efe Kabadayı

    ReplyDelete
  2. Dünyada o kadar çok yer varken gezilecek, neden yine İtalya'ya gidiyoruzun cevabını yazmışsın Fırat'ım. Her italya sever, yemek sever görür umarım buraları.

    ReplyDelete
  3. kabadayı ailesi, öyle bir yazıyorsunuz ki, buralara gitmezsek, bu yemekleri yemezsek, hayata ayıp edecekmişiz gibi geliyor bana...ölmeden önce gezilmesi görülmesi gereken yerleri saptayan rehber ailesi gibisiniz...

    ReplyDelete