Thursday, April 19, 2012

roma sadece pizza ve makarna degilmis.

uykusuz, enerjik ve bir o kadar da lezzetli bir kacamagimizi daha eda ettik ailecek.
söyle ki:
motivasyon: paskalya tatilinde istanbul’a gitmeden önce baska bir yere gidelim. oradan sebnem’ler istanbul’a ben de basel’e geri dönebileyim. bu yer sicak olsun ki rahat^2 gezelim, mont filan yük olmasin. ucakla baglantisi rahat olsun.
cözüm: roma
cuma varis: easyjet ilen öglen inis. leonardo express ile termini’ye varis (panik yapip acentelerden almiyoruz bileti, orada kiosklar var, oradan aliyoruz. insanlik icin kücük ama % olarak büyük bir fark sözkonusu). otelimiz terminiye cok yakin. hemen yerlesip, sortlari cekiyoruz. ooo la laaaa.
campo de' fiori: güzel kücük bir meydan. kösedeki forno isimli firin ile daha da güzel bir meydan. metreyle pizza aliyorsunuz, yüksek turnover sebebiyle her zaman taze, her zaman citir pizzalar. efe bile itirazsiz götürüyor margaritalari. bir yandan da kafami kekiyor sorulariyla giordano bruno ile ilgili. meydanda gizemli ve görkemli heykeliyle ve bir o kadar da mistik hikayesiyle 6 yas icin bulunmaz bir obje. zamaninda –galile zamani oluyor bu- kiliseye karsi gelmis kendisi de. kilise onu da yargilamis ve ölüme mahkum etmis. ama o galile gibi hayatta kalmak yerine idealleri dogrultusunda canli canli yakilma kararini kabul etmis. hatta kendisini yakanlara „su anda siz benden daha cok korkuyorsunuz“ dedigi rivayet edilen bir abimiz (konu ile beni tanistiran sn.cem yurdakul'u mention etmeden gecmek olmaz).
efe, bruno’nun verdigi kararin dogru olup olmadigini sordugunda aklima bir kac yil önceki bombay otelleri saldirisi geldi. ara sira gelir gerci bu ya, o anda ete kemige büründü tekrar. orada da lüks bir oteli basip önüne gelen hintliyi, turisti öldüren teröristler, türk ve müslüman oldugunu belirten kisileri, kelime-i sehadet getirmeleri ve belki bir kac da sure okumalari neticesinde salivermislerdi. „ölülerin üstüne basip, arkamiza bakmadan kactik“ gibisinden bir seyler söylemisti kurtulanlardan biri de. hep kendimi de öyle bir ortamda düsünüp hep kendime de verdigim cevabi verdim efe’ye dilim döndügünce ve onun seviyesine –sanirim- uydurdugumca: dogru bildigin konularda hayatindan vazgecmek cok zor ve bir o kadar da yüce bir karardir. ama yasagidin hayatin devam etmesi icin verecegin tavizler de anlasilabilirdir. netekim su an galile’nin bilinirliligi bruno’dan katkat fazla. ya da sirf türk oldugu icin halen hayatta olan insanlar var, ingiltere’de dogduklari icin 5 yil önce ölmüs olanlarin yaninda.

piazza del fico: bir sonraki hedefimize gecerken bilincli bir kaybolma yasayalim diyoruz. nasilsa acelemiz yok, bekleyenimiz yok. ara sokakalar, evler, pencereler "iyi ki kayboldunuz. ama daha bitmedi" der gibiler. ki kösede aradigimizi bulduk: agaclarin altinda, gölgeli, günesli, cok güzel kalabalikli bir kafe. kuytu bir kösesinde 3 masada zamana karsi satranc oynuyor yasli genc lokaller. bizim gibi turistler sakinligin keyfini cikariyor. biraz sonra bir gelinle damat da gelince fotograf cektirmek icin, kadro tamamlanmis oluyor. kahvesi de güzel. o la laaa. özetle bar del fico canmis!
piazza navona: angels & damons kitabindan tanidigimiz, havuzlari ve heykelleriyle meshur meydan. gerci havuzlarda insan bogulsa birileri görür gibi geliyor en basta ama o kadar curcunali, o kadar „sokak performanscilari panayiri“ bir yapisi var ki, yürürken birbirimizi kaybetmemek icin el ele tutusmak zorunda kaliyoruz. bernini abinin heykeller 10 numara zaten. agir kimyasallarla boya yapan arkadas ilgi odaklarindan bir tanesi. arkada bir hanim kizimiz anfi (amfi?)ye bagladigi gitariyla tirim^2 bir seyler caliyor. ötede bir rap grubu, „italyan yetenek sizsiniz“inden elenmis bir havada onlar icin kücük benim icinse büyük figürler yaparak dans ediyorlar. hava yavastan karariyor. karardikca da serinliyor. bizim sortlar, etekler kapak olmaya basliyor tavuk derisine dönmüs tenimizde. tatilimizin ilk ve tek türk ciftini de burada görüyoruz. görmsek sasardim zaten.
zara & calzedonia: soguyan havadan en magdur olabilecek junior eleman icin bir mont aliyoruz kapsonlu (kapisonlu?) ki otele dönemk zrunda kalmayalim. corso üzerinde oglumun bitmez tükenmez sorularina cevap verip, yoldan gecenlere celme takmanin pek de iyi bir fikir olmadigini anlatarak annemizi bekliyoruz. ve o pembe, hatta pesbembe coraplariyla arz-i endam ediyor. i love this girl.
alfredo: sebnem’in daha önce belirledigi hac rotasinda, sapma olmamasi gereken bir nokta. belki zorlasam gitmeyebiliriz ama sonrasinda pisman olmak ve pismanligin hatirlatilmasi ihtimali cok ürkünc. kolay denebilecek bir sekilde buluyoruz mekani. icerisi ilginc. bir yandan eski ve otantik, bir yandan turistik; org ile bilinen italyan sarkilarini calip söyleyen biri bile var mekanda. duvarlarda daha önceden gelip yemek yemis ünlülerin fotograflari. suudi krali’nin fotografi ilgimi cekiyor. eger önündeki bardak onun degilse ya da onunsa ve ama kola ya da visne suyu icmiyorsa, bayagi bayagi sarap iciyor kendisi...


neyse efenim recep abi, sakip sabanci ve (ne alakaysa) enis fosforoglu da gitmis mekana bizim illerden... ortamin meshur ürünü bol tereyagi ve permesan ile harmanlanan alfredo usulü fettucini. almayani dövüyorlar. sanirim. cünkü sebnem menüden baska bir seyler sorunca garsonun surati degisti, bi morali bozuldu. sebo da stres yapmamak icin "tamam tamam ondan getirin" dedi yarim agiz, efe klasik sgabetti bolonez ben de obsesif risotto siparisimi verirken. iyi ki almisiz fettuciniyi. cok lezzetliydi gercekten. gerci o kadar tereyagi ve permesani bana koysan (efenim?) ben de lezzetli olurum ya. ve fotolardan da anlayacaginiz gibi olay elle yemek aslinda da artik o kadar da abartmiyoruz.

via del corso: yemekten sonraki yürüyüste, bir semsiye ile tango yapan hos bir bayana, baska bir deyisle gördügüm en ilginc sokak performanslarindan birine rastladik. efe bile cok etkilendi. tango yapiyor ara ara bize. daha topluluga acmadi bu sovunu.

ispanyol merdivenleri: hafif serin ve karanlik hava sebebiyle tenha. sebnem, füsun'la cay ictikleri yeri gösterip "simdi kapali, yarin acikken gelelim, güzeldi" diyor. burayi not aliyoruz.

cumartesi - cucina romana: odada hizli bir kahvalti sonrasi atiyoruz sokaga kendimizi. hedef cok net ve tek; trastevere. sanirim derenin öbür tarafi demek oluyor. klasik turistik mekanlarin disinda, gercekten yasanan bir yer. 2 restoran var hedefte. ikisi de öglen servisini 1230da aciyorlar. tercihimizi daha önce denenmemis ve de pazarlari kapali olandan; da enzo'dan yana kullaniyoruz. vedat milör'ün de bir yazisinda tavsiye ettigi iskembeden söylüyorum, domatesli, permassanli, sarimsakli...pirensimiz (tabii ki) ravioli, kralice de köfte söylüyor, karisik zebze ve kizarmis enginari takiben. burada enginara bir parantez acmak lazim, cünkü hakikaten lezzetli. bizimkilerden daha kücük ve komple kizartilmis. üzerine hafifce kaya tuzlari serpistirilmis. yemedik yerini birakmiyoruz. zebzeler de güzel. ben iskembeyi %70 oraninda, sebo da köftesini %50 oraninda bitirebildi, ki bir tanesi elma büyüklügündeydi. pirensin ravioli performansi tabii ki tartismasiz "perfetto" idi. yan masada yenen spagetti irisi pekorinili, karabiberli makarnadan da almadan yapamadik. biraz tuzluydu ama o da lezzetliydi ve tam bitirilemezdi yoksa kalp krizi kacinilmaz olurdu.



ada: yemegi takiben digestive olarak kahve icmek yerine, hemen yakinimizdaki isola tiberina'ya gidiyoruz. beklentimiz cok yüksek ancak cok gecmeden adanin sadece bir hastaneye evsahipligi yaptigini anliyoruz. ama dere kenarindaki genis kiyida kestirmek iyi geliyor günes altinda. setlerdeki su akisinda takili kalan ve hidrolik kurallari geregi oradan kurtulmalari cok zor olan cesit cesit toplar cok ilginc ve hüzünlü geliyor gözüme. yillar önce bir deniz otobüsünün penceresinden gördügüm, denizde tek basina dalgalanan mahzun top geliyor aklima. "ormanda düsen bir agacin sesini kimse duymazsa, o agac düsmemis sayilir" diye okumus bir yerde de, bu da bu top hikayesiyle gelir aklima hep, hüzünlenirim niyeyse...
ohoo nerden nereye gelmisiz arif'in manchester'a attigi golü ararken.

pantheon: paris'dekini görmedim ama roma'daki gercekten cok etkileyici. (angels&damons'da burada da biri ölüyordu di mi?) yükseeeek tavan, her daim serin bir mekan, insanlarin sessiz kalmaya calisarak etraflarini seyretmesi beni her seferinde etkiliyor. hele önündeki hareketli meydan, meydana cikan sokaklardaki, basta dondurmacilar, cafeler, restoranlar, civil^2 mekanlari düsününce daha bir huzurlu geliyor icerideki uhrevî sessizlik. 

ve bu sefer bir de amaca hizmet ediyor ki, cok makbule geciyor. söyle ki: daha girerken iceride mezarlar oldugundan bahsediyorum efe'ye. hemen alicilar aciliyor tabii ki elemanda. rafael'in mezari, ki mermer lahit cam bir bölmenin ardinda görülebiliyor rahatlikla --> insanlara öldükten sonra neler oldugunu, gömülme sürecini anlatmak icin bicilmis kaftan. hemen yanindaki kral (vittorio emanuele II) mezariyla konuyu pekistiriyorum. netekim 2 gün sonra, dönüs yolunda efe birdenbire "baba; babaannem mesut dedemi ne yapti?" diye soruyor, ki o ana kadar bu konuyu hic acmamisti. ayagima gelen pasi tabii ki kacirmadim ve mesut dedemizi gömdügümüzden, onun simdi sile'de bir mezarda yatiyor oldugundan bahsettim. sasirdi; ellerini birlestirip, kafasinin altina, yanagin yanina koyup öyle bir "yani böyle mi yatiyor?" diye sorusu vardi ki, o an yiyip bitirebilirdim yanaklarindan baslayarak...

elbette trevi cesmesi: ilk gece gittigimizde, havuza para atanin tekrar roma'ya gelecegi efsanesini anlattigimiz icin efe bey tekrar^2 denedi sansini ve 3.de ikna oldu güzel bir poz yakaladigimiza. ertesi gün ise annemiz okudugu ek bilgiler ile havuza 3 para atanin bir italyan ile evlenecegi bilgisini verdi. kisa bir düsünmeden sonra "ee peki italyan bi kizla evlenirsem onla nasil anlasicam?" diye sordu capkin oglum. "tek derdin bu olsun" dedik "isvicre'nin de resmi dili sonucta italyanca, nasilsa ögrenirsin" diye de ekledik. ikna oldu.
her seferinde cok kalabalik oldugu icin bekleme yapmadan ilerledik mekandan.

ispanyol merdivenleri II: ayaklar yorgun, bünyeler terli. en güzel dinlenme yeri olarak ispanyol merdivenlerine tekrar gidiyoruz ama ortam mahser mode on. gencin enerjisini sarz etmek icin aldigimiz patatesleri yiyoruz bir yere konuslanip. ve diyoruz ki sebnem'le "bir gece öncegüzel ama kapali olan yerde bi cay icelim" (yukarida not ettigimiz konu). mekana gidip iceri giriyoruz tam yer begenirken sebnem "ya galiba burasi degildi bizim geldigimiz yer firat" diyor. 40 yasimda beni sasirtmaya devam etmesi bir yandan da güzel tabii ki de, verecegi bir ifade ile beni mahpuslarda süründürür mü acaba korkusunu da hep icimde tasiyorum. neyse sonradan ilgili mekanin caffe greco oldugunu anliyoruz. iceriden tarih akiyor. 250 yillik bir mekan. müsterileri, goethe basta, sevdigimiz abiler ama bir fincan cay 10 EUR ne kardesim? bi dilim pasta 15 EURu bana izah edemezsin. direkt uzuyoruz ortamdan. tuvaletleri iyiydi ama. yemege kadar baska bir yerde biz cayimizi icerken, efe de kendisini serie a maclarinin özetlerine veriyor. ne huzurlu bi 45 dakikaydi o yarebbim, soru-cevapsiz!

bafetto: pizza icin tek adres. navona'ya yakin oldugunu biliyorduk ama bizim piazza del fico'nun da hemen orasiymis. 1800de aciliyor. kuyrukta beklemek mekanin sanindan. ama degiyor. ah bi de bira biraz daha soguk olaydi...bir fikir vermesi acisindan:



soguk roma: yemekten sonra biz ilk, efe 3. dondurmasina kosuyor o gün icin. ama hani imkan olsa 1.000 tane bile yersin. cok basarili calismalar. e hadi gidip su dünkü kafede (bar del fico II) bi kahve icerek kapatalim geceyi diyoruz. mekani buluyoruz ama ortam hic sabahki gibi degil; zion'a dönmüs. bir club, bir pub olmus. herkesin elinde ickiler, sohbet, hafif sallanmali ritm tutmalar...burada ve takip eden 3 yerde "sicak servisimiz bitti efenim" cevabiyla kapilar suratimiza tek tek kapaniyor. tam umutsuzluga düsmüsken cevval sebnem 2 brezilyali ablanin islettigi bir mekanda kahve icme potansiyelini kesfediyor da, otelimize sicaklamis olarak dönüyoruz.

pazar sabah: yalniz, güzel ve kücük odamizda kahvaltimizi yaptiktan sonra ben elemani colessio'ya götürüyorum. anne'ye serbest zaman kiyagi cekiyoruz bi bakima. bi sekil, ama yanlislikla kuyrugun ortasinda bulyuroz kendimizi, ki bu bize kafadan yarim saat filan kazandiriyor. yapinin ihtisami, zeminin altindaki odalar, oralardan yukari cikis icin kullanilan asansörler, ayni anda 80.000 (atiyor olabilirim) kisiye evsahipligi yapabiliyor olmasi vs efe'nin toplam ilgisinin %10'unu falan absorbe ediyor.

onun icin varsa yoksa spartakus nasil yendi, maksimus gercekten yasadi mi, kötü kral nasil öldü, vahsi hayvanlar iisanlari yedi mi.... allah'dan sarimsak da bizle de, ilginin birazini onun sayesinde dagitabiliyorum. roma imparatorlugu da genc dimaglardaki hakli yerini aliyor gün ortasinda.

cucina romana II: son ögle yemegimizi trastevere'de yiyoruz. hava biraz limonî ama giristeki yer havadar ve aydinlik. ben sirke, biberiye ve bilumum baska seylerle tatlandirilmis kuzu yiyorum. sebnem ana ögesi limon olan bir marineden gecmis tavuk aliyor. ortada patates, patlican ve enginar var; tabii ki alla romana. ev sarabi makul. efe mi? elbette makarna yiyor dostum. kuzunun yaridan fazlasi yag ve kemik. ama benim icin et kabul edilebilir yerleri gercekten cok lezzetli ve yeter miktardaydi. yaklasik 1,5 saat yemek, sohbet ve mum eritme aktiviteleriyle su gibi akip gidiyor. özellikle mum ve atesle oynamak efe'ye cok ilginc geliyor. basta korkmusken, sonlara dogru farkli renklerdeki mum parcalarini hic cekinmeden kendi koyuyor yanmakta olan muma ki sisenin üstüne daha karmasik renkli mum eriyikleri akip ortam yapsin.

bar del fico III: anladik ki mekan gündüzleri bize hitap etmekte. efe'nin önünde duramiyoruz satranc oynama konusunda. geciyorum karsisina. salla pati oynuyoruz. ki ben zaten formatlamisim cogu satranc bilgimi, takiliyoruz öyle. 2 adam musallat oluyor tepemizde; biri bana biri efe'ye yardim ediyor ayagina "hadi fazla uzatmayin da biz baslayalim" cekiyorlar bize. neyse olay bitiyor da rahatliyorum. kahve yine güzel. italyan gazozu yine yok (ilk gün forno'da görüp almadigima cok pisman oldugumu belirtmek isterim).

cucina romana III: ve beklenen aksam yemegi. 2030'da acilacak olan Da Augusto'ya 2000'de gidip 3. masaya gecis hakkini aliyoruz. burasi da sadece öglen ve aksamlari acik olan bir yer. bir sabit bir de degisken yemekler var günlere göre. kapi acildiginda tüm kuyruk oturuyor ama halabekleyenler var. o kadar mesûduz ki.

roma'li bir arkadas arkadasinin verdigi tavsiyeye tam olarak uyuyor ve  et soslu makarna (bilin bakalim kime?) bollito(haslama) ve de brasato (rosto) ismarliyoruz. ege otlarina benzer bir ot aliyoruz. güzelll. sarap da güzel. kapanista mekanin büyükannesinin yaptigi tiramisu ile altin vurusu gerceklestiriyor ve otelimize dönüyoruz.

pazartesi dönüs: sabahin o erken saatinde kalkip, bizimle gikini cikarmadan yola cikan efe'ye bir oscar daha veriyorum. trenimizle havaalanina varip kahvalti yapmak arzusundayiz ancak eleman tüm krosanlara burun kiviriyor. neyse ki portakal suyunu iciyor. blu-express'deki (milan ve roma'dan sabiha gokcen'e ucan budget airline) check-in'i tamamlayip ekibi pasaport'a gönderiyor, ben de easyjet'imin basel ucusuna veriyorum bünyeyi.


sonuc: cocukla gezilebilecek en güzel sehirlerden biri roma'ymis. hem hikaye bol, hem yemekler her yas icin irresistible, hem havalar iliman ya da sicak, vs.vs.vs.
sonuc II: makarna ve pizza disindaki yiyecekleri de denemek lazim roma'da. dondurma farz zaten.
sonuc III: böyle bir sarkida da dans etmisligim vardir, bunu da söyliim ;)







5 comments:

  1. Dalgalarda oynasan toplarin fotosu ne guzel olmus. Bu ne diye baya bi baktim. Basel hala soguk, her an roma'ya gidebiliriz...

    ReplyDelete
  2. ya ne guzel sehir be roma. siz de iyi gezmis, iyi yemissiniz. restoran onerisi yapabilirdik ama gorunen o ki siz vaziyeti iyi kotarmissiniz. afiyet olsun.

    ReplyDelete
  3. Benim niye vazgecemedigimi bir kere daha kanitladi bu yazin. Yalniz sunu belirtmeden gecemeyecegim; Roma'ya sanirim 9 kere gittim. Her gittigimde de havuza para atmayi ihmal etmedim. Gerci bir kisminda Mutlu da benimleydi konuyu etkilemis olabilir bu durum ee kizim sen evlisin modeli ama Efe'yi kandirmayalaim pls. Para atilinca bir daha gidilir o kadar:) Ben bu macerayi bir de sebnemden okumak istiyorummmm

    ReplyDelete
  4. Kalemine sağlık. Mutlu gezgin ailenin Roma maceraları için teşekkür ederiz. Biz de gittik bu sene ama sadece karı koca gittik. Çok keyifli idi.

    Engin Utkan
    http://www.utkan.info

    ReplyDelete
  5. aaa yorumumu almamış yorum sayfası! sildin mi yoksa fır? walla çok da silinecek bişi yazmamıştım halbuki? neyse artık, kısmet bi dahaki yazılarına...

    ReplyDelete