Monday, January 16, 2012

insanoglu kus misali

"öyle yayarak oturacagini saniyorsan cok yaniliyorsun dostum" der gibi caliyordu telefon 29 aralik oglen saatleri itibariyle.

"mathew rahatsizlandi, onun yerine bosna'ya sen gelir misin?", bir sorudan cok malumun ilaniydi ve kafamda 1001 tilkinin yer degistirmesine sebep olmustu. zürih biletimin iptal edilmesi, onun yerine bosna biletinin alinmasi, bosna'dan basel'e nasil gidilecegi, e ben gidemiyorsam kralice ve pirenzin zürih'e, oradan da basel'e gecislerinin ayarlanmasi, daha dogrusu teyit edilmesi, e peki bu durumda bütün bavullarin tek seferde gidemeyecekleri cok acik oldugundan, nasil bir yükleme ve dagilim yapilacagi, vb. konular, bahsi gecen 2-3 dakikalik sürede kafamin icinde bir squash topu gibi gidip geldi. ama sonunda da tüm orgazasyonlar beklendigi gibi basari ile tamamlandiii.

2 ocak itibariyle thy‘nin saraybosna ucaginin hali hazirdaki 1 saatlik gecikmesinin bitmesine 20 dak kala kapiya gelindi. hooop bi yarim saat daha. allah'dan biliyorum saraybosna'daki sisin 1000 kaplan gücünde oldugunu, bazen günlerce sis yüzünden havaalaninin kapali oldugunu da, „panic mode off“ takiliyor, bos bos etraftaki reklam panolarina, havaalanlarinin bitmez tükenmez devinimine bakiyorum. bir de ben böyle acelesiz seyahatleri cok seviyorum. bittiginde yetisecegim bir sey yok, kaciracak olayim yok, "aman bavul nerde kaldi, trafige kalmasam" diyesim yok. hele bi de aile ve arkadas da yoksa gidilen ortamda buluslunacak; yemisim gecikmeyi.

kazasiz belasiz geldik bosna’ya ve gittik isimizin basinaaaa. ama mission imposible orada basladi; acaba 5ine (ocak) kadar herseyi bitirip, elemanin dogumgününde yaninda olabilecek miyim? yoksa gecen seneki gibi (oturum belgesini kaybedip, isvicre'den aldigim ehliyet ile istanbul'da check-in ve pasaport polisini gecebilmis ancak son anda ucagin kapisindan döndürülmüs, gecici vizeyi ancak 3 günde alabilmis bir kisiyimdir) ogluma bu sene de uzaktan mi hepi börtdey diyecegidim? saraybosna ve basel ekiplerinin basarili esgüdümü (esgüdüm?) ve verimli calismasina, evrenin pozitif enercisini de kattik miydi; al sana bütün isler zamaninda bitti ve ben 5 ocak itibariyle saat 12:00'da münih aktarmali basel ucagina check-in islemimi bitirmis, pasaport ve güvenlik kontrollerinden gecmistim, ki saraybosna havaalaninin, bizim oturma odasindan biraz büyükce lounge‘ina girerken, 2 tespit beni bekliyordu:

1) pazartesi ülkeye girdigimde, havaalaninin information deskinde de gördügüm "croatia" brosürleri burada da karsimdaydi. ülkelerin birbirleriyle dayanismasi, desteklemesi, birbirlerine turist paslamasi vs. benim hic bir sekilde karsi olabilecegim bir konu olmamistir; olamaz da. ama kardesim peki niye 20 yil önce böylesine delirdiniz de birbirinize kiydiniz? deger miydi verilen ara gazlari almaya, kardesi kardese kirdirmaya ki sanirim pek de kardes degilmissiniz. e o zaman bu ne? sanki bosna-hersek'in turist kapasitesi doldu tasti, oteller overbooked da, fazlalara hirvatistan'in reklami yapiliyor. hadi yapican niye bosna'ya ilk gelenlerin bilgi almak icin ugrayacagi information gibi kilit yerlere koyuyorsun brosürleri? "bosnia" brosürü koysana... hey allahim sen büyüksün.

2) biletimi ve statümü kontrol eden lounge görevlisinin bilgisayarindan bir melodi geliyor. taniyorum ya ben bu muzigi. ama burada duymak ilginc. neydi, neydi, neydiiii?
elbette dostum; tabii ki fatmagülün sucu ne?'nin tema müzigi. "begendik mi? izliyor muyuz?" diye soruyorum. daha yeni baslamis. "fatmagül'ün onuru" gibi bir isimde veriliyormus orada (lisede "katerina blum'un cignenen onuru" diye bir kitap okumustuk. simdi hala okutuluyor mudur acaba? yoksa öyle karili kizli, onurlu monurlu kitaplar da yassah mi ki?). gerci tam seyredememis, eksikleri tamamliyormus internetten buldukca filan. dedim "hele bi yol söyle bakiim, türkce bilir misin?". biraz bilirmis. verdim tabii ki www.bolumizle.org adresini, dedim "biz de ailecek burdan izleriz. enjoy"

ucak full. biz en arkadayiz. ucusun toplam 1,5 saat sürmesi beklenirken 100. dakkada hala daha tasli yolda giden bir kamyonetin kasasindayiz hissiyle yolculuk devam ediyor. ki üstüne 5 dakkada bir saga yatmalar, sola dönmeler icten ice beni bile geriyor ("bile" ukalaca gelebilir ama 200.000 milden fazla uctugumu düsünüyorum simdiye kadar. hani bir tecrübe, bir yasanmislik var ucaklarda, ucaklarla). havada 2. saate yaklasirken nihayet tekerlekler aciliyor ve bulutlarin arasindan münih'in banliyölerini selamliyoruz. lakin yol hala tasli, hala cukurlarla dolu. inis baslamasina ragmen, o kadar sallaniyoruz ki sag tarafimdaki kiz kustu kusacak (istifra etmek daha kibar geliyor di mi kulaga? ama kusmak da vurguyu bayagi bir arttiriyor, kabul etmek lazim). artik cok yaklastik. teker koyucaz. ama ucagin saga-sola yalpalanmalari, mac izlerken futbolcularla birlikte cektigim sutlardaki gibi ayak hareketleri yaptiriyor bana. tek tesellim arkadaki iki hostesin kikir kikir gülmeleri. aklimda bir lufthansa ucaginin hamburg'a inisinin (youtube'dan simdi tekrar baktim da, inemeyisi imis. ama arkadas neymis o öyle oyuncak ucak gibi)
görüntüleri ve yüregimde umudum var. haydi haydi haydiiii. derken, anaa, pistte hic bir sey olmamis gibi gitmiyor muyuz? sifir sarsinti ile inisi tamamlamis ve taksiye baslamis olan pilotumuza "best landing ever" ödülümü tabii ki verdim. ve de bence türklerin insanliga bir hediyesi olan "iniste pilotu alkislamak" gelenegini burada sürdürmemek icin kendimle cok mücadele ettim. kralicem yanimda olsaydi kesin onun gaziyla alkislardim da ama o an icin yanimdaki fransiza aciklama yapacak enerjim yoktu hic.
olayin vehameti, hostesin "lütfen inerken el bagajlarinizi aliniz ve üzerinizdeki kiyafetlerin dügmelerinin, fermuarlarinin ilikli oldugundan emin olunuz. yoksa rüzgarin sizi alip götürmesi isten (icten?) bile degil" anonsuyla ve de durdugu yerde sallanan ucagimizla daha bir netlik kazaniyordu. ki buna ragmen -afedersiniz- "mal of the day" bir abimizin disariya ayak basmasiyla ucuveren fötr sapkasini, ucagin kanadinin altinda yakalayip geri getirmezdim ben o görevlilerin yerinde olsaydim.

iniste birikmis olan tüm sinirimi, sitiresimi münih lufthansa senator lounge'in girisindeki kiza bosalttim. binis kartimda TK*G yazmasina ragmen bana hala "kartinizi görebilir miyim, kontrol etmem lazim, turkish airlines oldugu icin bizim sistemde degil, kontrol edemiyorum, biy biy biy biy" tripleriyle gelme. tüm iyiniyetimden, tüm tolerans limitlerimden siyrilirim, mr.hyde oluveririm. netekim kizi cildirtacak her cevabi verip, her opsiyonu zorlayip en son "amirini cagir bana!" diyecekken, kiz kendiliginden gitti arkadaki bankoya danisti. oradaki daha tecrübeli ablamiz da "ah jaaa, natürlich, türkisch gold, freilich" tripleriyle konuyu kiza acikladi ve kapatti. 1 saat sonra cikip pirenzime hediyesini alip geri döndügümde ayni kiz "evet siz icerdeydiniz, buyrun" dedi sadece uzaktan. hah hah hahhh; ugrasmayin benle!

ikinci ucak daha kabul edilebilir bir ucus sundu sagolsun; amortisörleri daha iyi bir kamyonetle stabilize yolda gider gibiydik basel’e inerkene.

ve arabada rammstein dinleyerek beni bekleyen pirenzime kavusmustum sonunda; mission completed bi bakima. 6 yasina birlikte girdik...

yemeklerinden, hosteslerinden haz etmesek de, pilotlarinin önünde dügmelerimizi saygiyla iliklememiz gerekli bence http://www.youtube.com/watch?v=z42fchrzhHY (42.sn amannn)

2 comments:

  1. Fıratım sonuna kadar nefessiz okudum.Tahmin ettiğin gibi :-)Mit

    ReplyDelete
  2. A firadim o pilot alkislanmaz mi! Deli olabilecegin guzel bi firsati kacirmissin, uyuz fransiz da kalakalirdi ne gusel. Loungedaki halin de gozumun onunde film gibi canlandi, aslinda seni kamerayla takip etmek lazim havaalaninda ucakta kaslar catik, ickiler icilirken, uyurken, cay alirken...benzemez kimse sana:))

    ReplyDelete